15 Nisan 2013 Pazartesi

Gitarcı Sohbetleri 3 blm2/2 (SR/CVP: Onur Akbulut)


SORU:




Merhaba Cengiz abi sana yine sorularımla geldim Öncelikle şunu sormak istiyorum elektro gitarda pentatonik gamları gezerken Eric Clapton gibi yüzük parmağı ve işaret parmağımızı kullanmamızımı tavsiye edersin yoksa serçe parmağımı? yani bunu şu yüzden soruyorum herhangi bir çalım teknik hatası oluştururmu ilerde? Bi de ben uzun zamandır Yavuz Çetin hayranıyım dünya çapında bi gitaristti mekanı cennet olsun onun tonlarını nasıl elde ederim elimde Boss Me25 model bi processor var. son sorum da şu, bir efekt aleti kullanırken tellerin markasının modelinin kalınlığının bir önemi kalmadığını düşünüyorum yanılıyormuyum? Çünkü bağlamayı bile taksak cihaza aynı sesi alıyoruz.




CEVAP:




      Aradan sonra merhaba Onur'cum. Bugün senin sorunun ikinci kısmını cevaplamaya geldi sıra. Açmadan önce, sana cevabımı hemen söyleyeyim:    Evet, maalesef yanılıyorsun....

     90'lı yılların başlarında tünel'deki müzik enstrumanları mağazalarının bulunduğu bölgeye çok gittim. Meşhur Yüksek Kaldırım. O vitrinlerin karşısında, tıpkı kasap dükkanının önünde ciğerlere bakıp dolanan kedi gibi takıldım. Dükkanların içindeki satış elemanlarının yüzleri, şansıma, çok nemrut olmadığı seferlerde gitar, pedal, amfi, multiefekt türü sayıca ekipman deneme fırsatım oldu. Çok beğeneceğimi, beğenip alamayacağımı bile bile, o dönem çokça yaptım bunu.

     Çok geçmeden o dönem çaldığım Jazz Stop barda işler iyiye gitmeye başladı ve kendime orta sınıf, daha doğru dürüst ekipman alabilecek duruma geldim. Arayışlar tabi ki bitmedi. Acaba daha çok sustain, daha güzel ve karakterli temiz ton, daha can alıcı distorsiyon, çalışımı daha "baba" tınlatan herhangi bir şey bulabilir miyim diye sıklıkla farklı model gitar, pedal, amfi denemeye devam ettim. İşin içine daha geniş çevre, yeni iyi müzisyenler, çeşitli prova stüdyoları girdikçe daha da fazla ekipman çeşidiyle karşılaştım.

     Bu süre zarfında bazı ekipmanların (amfi ve pedal), hangi gitarı takarsam takayım aynı ses verdiğini, bazılarının ise bütün çalış farklarını ve nüansları olduğu gibi aksettirdiğini fark ettim. Hemen peşinden bir gerçeğe daha uyandım:  Her gitarın ve her gitarcının çalış nüanslarını olduğu gibi aksettiren amfi ve pedallar genelde çok daha pahalı olanlardı....


     Şimdi sana hangi gitar, efekt ve amfilerden "baba" ton alacağını salık verebilirim ama bu yetersiz kalır. Bu birtakım doktorların TV programlarına çıkıp sabahtan akşama millete "şunu yemeyiniz, bunu yeyiniz, şunu yerseniz hasta olursunuz, bunu yemeniz lazım" demelerine benzer. Çok ta uyuz olurum zira hasta olmamak için önerdikleri besinler genelde organik ve daha pahalı olanlardır. Aslında hiç te yardımcı olmazlar çünkü o önerdikleri besinleri alamayacak durumda o kadar çok insan var ki. Onlara "hiç kaçar yolunuz yok, hasta olup öleceksiniz" demek gibi bir şey oluyor bu. Bir tanesi çıksın da o sağlıklı besinleri herkesin nasıl alabileceğine çözüm getirsin, alnından öpeceğim.

     Bu sebeple sana hangi ekipmanlardan baba ton alacağını salık verirken, keşke  o "baba" ekipmanlara vereceğin "baba" bütçeyi de nasıl bulacağın konusunda nasihat edebilseydim diye düşünüyorum.

     Hoş bilemiyorum, belki halin vaktin yerindedir, belki senin için bütçe sorun değildir.. Yine de yukarıda örneğini verdiğim gibi yarım cevap vermeyi ahmakça buluyorum. Bana sorarsan ben hala kendi müzik kulağımı tatmin eden ekipmanları alamayacak durumdayım. Belki de merdivenleri tırmanmaları için uzatılan elleri tutan insanlar merdivenleri tırmandıktan sonra arkalarına bakmadıkları içindir. Herneyse, biraz net bilgi vererek konuyu kapatayım:

     Sevgili Yavuz Çetin'i ilk tanıdığımda siyah bir Gibson Les Paul çalıyordu. Sonraları Fender Stratocaster çaldı aramızdan ayrılana kadar. Neden strat'a geçti, Gibson'unu ne yaptı bilmem ama "Satılık" albümünün kayıtlarında benim beyaz Gibson'u çaldıktan sonra "satmazsın biliyorum ama bu gitarı satacak olursan ilk benim haberim olsun" demişti. Amfi olarak sahnede en çok Fender Twin Reverb kullanırdı. Kayıtlarda kafa kabin 100Watt eski bir Marshall da kullanmıştı. Hatta "Satılık" albümünün çoğunu onunla çaldı yanılmıyorsam. Yalnız onun tonunda usta ellerini de hesaba katmak lazım. Her usta gitarcıda bu böyledir. Yukarıda dediğim gibi, bu amfileri çalması kolay değildir. Gitarı ve gitarcıyı tüm çıplaklığıyla iletirler.

     Yavuz öyle ustaydı ki.... bir seferinde kayıtta çalınacak bir partiyi tartışırken gitarını elime alıp çaldım ve farkettim ki 1ci ve 2ci tellerin 12 perde entonasyonları oldukça kayıktı. Nasıl olur? Daha demin o çalarken entonasyon yerli yerindeydi? Yüzüne sorar gözlerle baktım. "E oralara basarken ona göre biraz fazla sıkıyorum" dedi.



12 Nisan 2013 Cuma

Pro Tools ile Reaper Rewire Bağlantı (SR/CVP: Volkan Özyılmaz)


SORU:





Cengo'cum ben de katilayim istedim bu davetine.
Benim sorum su olacak, Pro Tools ile Reaper'i rewire olarak nasil kullanabilirim.
Guzel bir gun olsun.


CEVAP:

Cengiz Köroğlu








      Volko'cum bu önemli ayrıntıyı sorduğun için teşekkür ediyorum.  Önce bilmeyenler için kısa bir giriş yapmak istiyorum.


Rewire Nedir


      Rewire iki müzik programı (DAW) ın MIDI ve Audio veri akışını birbirine bağlayan bir sistemdir. İki DAW arasında görünmeyen bir köprü görevi yapar. Propellerheads Reason tarafından geliştirilmiş olmakla beraber, kurmak için özel bir şey yapmaya gerek yoktur. Çoğu popüler DAW'ın içinde entegre edilmiş olarak gelir. Projelerinde bol sanal enstruman kullananlar için özellikle çok kullanışlıdır çünkü 32bit DAW'ların yaklaşık 2.5GB RAM sınırlamasından kurtarır. DAW'lar Rewire ile bağlandığında biri Master diğeri Slave olur. Ses kartını Master olan DAW kullanır. Slave olan DAW'ın sesi ise Master DAW'ın kanallarından çıkar. Böylelikle kullanıcıya 2 çarpı  2.5GB  RAM kullanma hakkı doğar.

Nasıl Bağlarım ?


     1.   Pro Tools'u başlat.  Sonra RAM barajına takılmış projeni aç (tabi boş bir proje ile de başlayabilirsin)
     2.   Track menüsünden New.. komutuyla yeni Stereo Aux Input yarat.


     3.   Yeni yarattığın Aux Input'un 1ci insert slot'una Rewire plugini olan Reaper'i çağır. Reaper otomatik olarak başlayacaktır. Başlamazsa Reaper'i şimdi elle başlat.


     4.   Reaper'da Track menüsünden Insert virtual instrument on new track... komutuyla VolkoAlaturkaDrum'ı kanalıyla beraber çağır. Reaper tek stereo çıkış yada çoklu ses çıkışı isteyip istemediğini soracaktır, her iki türlü de çalışıyor. Daha kolay anlayabilmek için şimdilik tek stereo ses çıkışı seçelim.


     5.   Aranjman sayfasındaki kanal başlığından (sol üst köşe) volüm fader'ın altındaki açılır menüden, alttaki şekilde görülen MIDI girişini seç (Rewire Bus 1 / Channel 1).  Aynı zamanda kanalın kırmızı "REC" tuşunun basılı kaldığından emin ol, aksi takdirde kanal gelen veriye cevap vermez, yani ses mes çıkmaz.

 




     6.   Pro Tools'a geri dönüp Track menüsünden New.. komutuyla yeni MIDI Track yarat.


     7.   Yeni yarattığın MIDI Track'in girişi All kalsın. Reaper, Rewire Slave modunda açık olduğundan MIDI çıkış seçeneklerinde (iki kutucuktan alttaki) Rewire'a özel 16 çıkış görünecektir. Reaper'i 1ci kanaldan kabul etmek üzere ayarladığımıza göre, Pro Tools'u da 1ci Rewire kanalına çıkış vermesi için ayarla (MIDI köprü).


     Böylelikle bu MIDI kanalından iletilen tüm veri, canlı çalım yada kayıtlı MIDI veri, Reaper'in içindeki Volko Alaturka Drum'a iletilecektir. Volko Alaturka Drum'ın sesi ise, bu Rewire köprüsü sayesinde, Pro Tools'un Aux Input kanalından çıkıyor olacaktır (Audio köprü).


     En basit haliyle hikaye bundan ibarettir. 7 adımda iş tamam. Yine de dikkat edilmesi gereken birkaç nokta var.
  •      Bu şekilde artık kaydedilecek 2 proje var. Dağılmamak ve daha sonra kolaylıkla bulmak açısından her ikisini de aynı klasörde saklamakta fayda var. Mesela Reaper projesi de evsahibi olan Pro Tools klasörüne kaydedilebilir.

  •      Bu tip bir projeyi hem daha sonra açmak hem de kapamak için belli sıralamayı izlemek gerek yoksa çalışmaz:

Açılış Sırası:  1.  Pro Tools /  2. Pro Tools Projesi   /   3. Reaper  (otomatikman Slave modunda başlayacaktır, değilse elle başlat)  /  4. Reaper Projesi

Kapanış Sırası:  1. Reaper Quit   /   2. Pro Tools Quit (Rewire Slave kapanmadan kapanmayacaktır)


     Rewire'ı bu şekilde kullanmanın avantajının iki katı RAM kullanabilmek olduğunu ifade etmiştim. Bir diğer güzel tarafı da şu ki Reaper'ı bir kere ayarladıktan sonra pek kurcalamaya gerek yok. Tüm işlemler ve kontrol Pro Tools'ta. Reaper ise yardımcı bir ses bankası olarak kenardan sadık şekilde görevini yapıyor. Tek dezavantajı ise MIDI-Audio veri köprü üzerinden geçtiği için biraz gecikme yapmasıdır. Yalnız bu Pro Tools'un zayıflığıdır. Aynı sistem Logic'le çok daha hızlı çalışmaktadır.

     Umarım sana ve daha birçok kullanıcı arkadaşımıza yardımı dokunur.


TÜM KULLANICILARA NOT:   Daha ince miks yapmak isteyenler Volko Alaturka Drum'ın Kick (tekme), Snare (tokat), Hi-Hat (uçan şapka), Tomlar, Ziller ve Perküsyonları ayrı kanallara gönderip ayrı ayrı işleyebilirler. Böylelikle her kullanıcı kendi müziğine uygun hem daha ilginç hem daha profesyonel tınılar elde edebilir. Bunun nasıl yapılacağını şu rehberde tarif edeceğim.


     Bu rehberin işinize yarayıp yaramadığıyla ilgil yorum bildirmeniz beni sevindirir. Eksik bulduğunuz bir şeyler kaldıysa da seve seve eklerim.


3 Nisan 2013 Çarşamba

Kaliteli Müzik (SR/CVP: Buket Taştan)

SORU:




Size göre müzikte kalite nedir, neleri barındırır içinde ?



CEVAP:


      Buket'çim bu soru hem beni çok memnun etti hem de biraz ders çalışmaya itti. Şöyle ki ben sözcükleri sözlük anlamlarıyla kullanmaya özen gösteririm, kendime göre yorumlamaya kalkmam. Hatta sözcükleri bilmeden kullanmayı ve yorumlamayı çok tehlikeli bulurum. Bu yüzden demin yine sözlüğe baktım. "Kalite" için "nitelik" diyor. Rakkamlarla ölçülüp ifade edilemeyen özellikler diyor. Bir ürünü diğerlerinden ayıran, ve bilinen en iyi özellikleri bünyesinde barındıran anlamında kullanılıyor.

      Özetle ve günlük kullanımda, iyi derken - kaliteli'yi, kötü derken - kalitesiz'i kastediyoruz dersem yanlış olmaz.

      Müziği, özellikle şarkıları oluşturan, dikkat edebileceğimiz önemli ögeleri şöyle sıralayabilirim:
  • sözler,
  • melodi, 
  • ritim, 
  • armoni, 
  • enstrumantasyon ve performanslar 
  • ve bunların hepsini makyajlı ve albenili hale getirebilen ses mühendisliği. 


      Şimdi bu saydığım ögelere "kalite"nin veya "nitelik"in sözlük tarifi penceresinden bakarsak, öncelikle bir müzik parçası kendisini diğer müzik parçalarından ayıran özelliklere sahip olması gerekiyor. Eğer kendine has özelliklere sahip değilse öyle bir müziğe "çalıntı" yada "taklit" diyoruz. Eğer kendine has özelliklere sahip ise bu durumda bu özelliklerin bilinen en iyi özellikler olması gerekiyor. Biraz açayım:


      Sözler, olayları, duygu ve düşünceleri, ruh hallerini en iyi şekilde tarif etmesi gerekirken melodiyle bütünleşip ritme oturmaları gerekiyor.

      Melodi'nin benzersiz, sözlerin duygusuyla bütünleşen, ritme oturan ve sürükleyici olması gerekiyor.


      Ritim çoğu zaman standart kalıp (pattern) yada ölçülerde (4/4, 3/4, 6/8, 9/8 gibi) kullanılsa da, bazı parçalar ritimlerindeki sıradışı kalıp ve ilginç formatlarıyla diğerlerinden ayrılabilirler. Örneğin:


      Pek bayıldığım bu parçanın açılış ve 1ci kıtası 7/4 ölçüde giderken nakaratı 2/4'e geçiyor sonra 2ci kıta için yine 7/4 oluyor vs. vs. Özellikle sonuna doğru piyano solo altında çaldıkları 7/4 çeşitlemeler harika.

      Armoni (ingilizce harmony) ki aynı zamanda uyum ve ahenk demek, müzikte uyumlu çoksesliliği ve akor dizilerini ifade ediyor. Bir müzik parçası basmakalıp, popüler reçete akorlar (marş armoni, la-sol-fa-mi) üzerine kurulmuş olabileceği gibi, kendine has, benzersiz, can alıcı akor dizisi içerebilir. Örneğin:




      Stevie Wonder'ın sadece 2-3 akordan oluşan çok başarılı parçaları da vardır, bunun gibi sürprizlerle dolu akorları içeren parçaları da. Overjoyed armoni açısından öyle zengin ki, tek piyano ve şakıcıyla insanın ayaklarını yerden kesiyor.

      Enstrumantasyon ve Performanslar  Burada müziği icra eden müzisyenleri ve kendi enstrumanlarına olan hakimiyetlerini, ustalıklarını kastediyorum. Çokça duymuşumdur "kötü şarkı yoktur, kötü şarkıcı vardır" sözünü. Veya bunu "kötü müzik yoktur, kötü icracılar vardır" olarak uygulayabiliriz. Çok kaliteli bir müzik/şarkı yazmak yetmez, kaliteli icra edilmesi gerekir. Çoğumuz çok sevdiğimiz bir şarkıdan bizi soğutacak kadar kötü bir yorumuna/icrasına denk gelmişizdir.

      Ses Mühendisliği Özel salonlarda tamamen akustik icra edilen klasik ve senfonik müzik dışında, ister canlı ister kayıtlı bir müziği dinliyor olalım, seslerin kulağımıza ulaşmasında ses mühendisliğinin önemli rolü vardır. Orta çaplı bir barda 4-5 kişilik bir grubu dinlerken de, 40-50bin kişinin katıldığı açıkhava konserinde de bu geçerlidir. Hele kayıtlı müzik dinliyorsak, artık günümüzde nasıl kaydedildiği ve nasıl mikslendiği çok büyük önem taşımaktadır.
     Ülkemizde bu konuda henüz yaygın bir farkındalık yoksa da, her geçen gün önemi ve gerekliliği daha iyi anlaşılıyor. Başarılarını riske atmak istemeyen besteci/şarkıcı/grup'lar müziklerini bulabilecekleri en usta mühendislere teslim etmeyi seçiyorlar. Zira çok sevip beğenebileceğimiz bir müzik, kötü mühendislikten dolayı silik kalıp dikkatimizden kaçabilir, daha da ötesi dinleme keyfimizi kaçırabilir.

      Sevgili dostum Deniz Güngör bana bir gün şu anlama gelen bir cümle söylemişti: "kaliteli ve başarılı bir eser için tüm ögelerin en iyi olması gerekmez, ama ögelerden en az bir tanesinin en iyi olması şart.". 


      Katılıyorum, bir müziğe iyi veya kaliteli dememiz için yukarıda saydığım tüm ögelerin en en iyi olması gerekmiyor. Örneğin kimisinin söz ve melodisi çok kalitelidir, diğer ögeleri ortalamadır, kimisinin ise söz ve melodisi ortalamadır ama armoniyle, icrayla ve olağanüstü bir mühendislikle çok kaliteli bir hal alabilir. Veya tüm ögeleri üst seviyelerde zengin olan, sıradışılık ve sürprizlerle dolu müziklerle karşılaşabiliriz:



      ki böylesi müzikler birçok sıradan dinleyicinin algısını fazla zorlayıp dikkatinin dağılmasına sebep olabilir. Bu güzel soru için teşekkürler.


28 Mart 2013 Perşembe

Ses İşçiliği Yaptırırken Nelere Dikkat Etmeli?


      Görsel bir proje yapmaya niyetlendiyseniz, bu ister amatör kısa film, ister sinema, ister basit bir görselli sunum, ister okul ödevi olsun, projenizde bir çeşit sese ihtiyacınız olacak. Ses, sözlü bir şarkı, enstrumantal bir müzik, tek bir klarinet veya gitar, sadece sunucunun konuşması veya bunların kombinasyonu olabilir. Çoğu görselli projede sese yeterince önem verilmediğine rastlıyorum. Şunu hatırlatmak isterim:

      Hedef kitlenizin görüntülü bir mesajı kaçırmak için sadece başlarını ekrandan hafifçe çevirmeleri yeterlidir. Oysa sesi arkaları dönükken de, hatta yan odadan bile duyabilirler. Ses doğru işlendiyse mesajı alırlar. Yanlış işlendiyse mesajınızın üstünü bulutlar kaplar. Sese gereken önemi verirseniz mesajınız daha çok kişiye daha çok durumda ulaşır.

      Sesle fazla haşır neşir olmadıysanız, projelerinize ses eklemenin sadece sesi kaydetmekten ibaret olduğunu sanabilirsiniz. İşin içyüzü uzun zamandır öyle değil. İyi bir ses ürünü, "The Beatles"ların ilk hitleri zamanındaki gibi, sadece kayıttan ibaret değildir. Günümüzde "kayıt", final ürünün elde edilmesi yolunda bir dizi aşamadan sadece bir tanesidir. Bu aşamalar hangileridir, kayıt bunların neresindedir?

      İsrafsız şekilde en iyi sonuçları alabilmeniz ve olası hataları doğru tespit edebilmeniz için zincirin aşağıda saydığım halkalarını bilmeniz gerekir:

  •  Performans ve İşe Uygunluğu

      Bu ara pek meşhur TV dizilerinde, belli bir rol için doğru oyuncuyu seçmek nasıl önemliyse, konuşması, şarkı söylemesi veya enstruman çalması için doğru icracıyı seçmek önemlidir. Bu ilk adımdaki olası yanlış bir seçim tüm diğer aşamalara yansıyacaktır.

  • Odanın Sese Etkisi

      Stüdyo sadece kayıt yapmaya yarayan ekipmanlar toplamı değildir. İstenmeyen sesleri (gürültüyü) geçirmeyen, istenen sesleri ise dengeli ve güzel tınlatan oda/lara sahip olması gereken bir yerdir. Önce stüdyonun performans odasının dış gürültüyü içeri almadığına dikkat ediniz, sonra da kaydetmek istediğiniz sesin odada anlaşılır ve net tınlayıp tınlamadığına kulak veriniz.


  • Kayıt ve Kalitesi

      Teknik ekipmanla doğru orantılıdır. Sırasıyla mikrofon, pre-amfi, dönüştürücü ve kayıt yazılımı ne kadar kaliteliyse, kayıt o kadar kaliteli olur. Kalitesiz ekipman zinciriyle odada akustik olarak memnun olduğunuz ses, kaydolma yolunda geri gelmemek üzere canından çok şey kaybedebilir.

Kaliteli kayıt örneği burada yer alacak

Kalitesiz kayıt örneği burada yer alacak

  • Edit ve Kalitesi

      Bu aşamayı vidyo yaparken rastlanan montaj veya kurgu aşamasına benzetebiliriz. En iyi ve işe en uygun performansları seçip birleştirmek ve hataları düzeltmek gibi işçilikleri içerir. Doğru ellerde, vasat bir performansı dikkat çekici bir hale getirebilir. Günümüz teknolojisiyle bir performansı şaşkınlık verecek derecede iyileştirilmek mümkün. Tecrübesiz ellerde ise iyi bir performans, rahatsız edici hale bile gelebilir.

  • Miks ve Kalitesi

      Ses miks'ini, görüntü işlerken renk ayrımı ve tonlama yaparak, çeşitli filtreler uygulayarak resmi daha net, daha canlı ve albenili hale getirmeye benzetebiliriz. Bu aşamada sesler makyajlanır ve birbiriyle dengelenir. Aynı anda süren birkaç sesin arasında savaş varsa buna son verilebilir, sesler en anlaşılır, en albenili ve işe en uygun hallerine getirilebilir.  Veya tecrübesiz ellerde bunların tersi de meydana gelebilir: sesler iyileşeceğine, kötüleşebilir.
      Yukarıda miks'i görüntü işçiliğine benzettiysem de önemle vurgulamak mecburiyetindeyim ki görüntü işleme ile ses işleme birbirinden tamamen farklı şeylerdir. Birini ustalıkla yapabilen ötekini de ustalıkla yapacağı anlamına gelmez. Biri ötekinden üstün de değildir, eşit derecede önemlidirler. "Koskoca görüntüleri işleyen adam, oldu olacak birkaç kanal sesi de hallediverir" diye düşünmek büyük yanılgıdır. Birçok kimseler bu yanılgıya düşse de siz düşmeyin!
      Artı olarak, görüntüyü işlemeye yarayan yazılımlara sesi işlemek için de bazı araç gereçleri koysalar da, bunlar sesi işlemek için özel yazılmış yazılımlardaki gibi sonuç vermez.

İyi miks örneği burada yer alacak
Kötü miks örneği burada yer alacak

  • Mastering
      Bu aşamada ses, özetle, yayınlama referansına getirilir. Toplamı oluşturan tek tek seslere değil de, miks aşamasında elde edilen toplam sese, yani mikse müdahale edilebilir. Mastering'de miksin genel rengi, dinamikleri, gürlüğü ve stereo imajı değiştirilerek sonuç daha da iyileştirilebilir veya.... tahmin edersiniz uygunsuz yapılırsa kötüleştirilebilir.

Miksi iyileştiren Mastering örneği
Miksi kötüleştiren Mastering örneği

      İyi seçimler, kayıtlar, editler, miksler ve masteringler dilerim.

25 Mart 2013 Pazartesi

Gitarcı Sohbetleri 3 blm1/2 (SR/CVP: Onur Akbulut)

SORU:




Merhaba Cengiz abi sana yine sorularımla geldim Öncelikle şunu sormak istiyorum elektro gitarda pentatonik gamları gezerken Eric Clapton gibi yüzük parmağı ve işaret parmağımızı kullanmamızımı tavsiye edersin yoksa serçe parmağımı? yani bunu şu yüzden soruyorum herhangi bir çalım teknik hatası oluştururmu ilerde? Bi de ben uzun zamandır Yavuz Çetin hayranıyım dünya çapında bi gitaristti mekanı cennet olsun onun tonlarını nasıl elde ederim elimde Boss Me25 model bi processor var. son sorum da şu, bir efekt aleti kullanırken tellerin markasının modelinin kalınlığının bir önemi kalmadığını düşünüyorum yanılıyormuyum? Çünkü bağlamayı bile taksak cihaza aynı sesi alıyoruz.

CEVAP:



      Onur'cum çok güzel sorular soruyorsun bana. 3 soru sormuşsun. 2ci ve 3cü sordukların birbiriyle ilintili konulardır o yüzden ikisini birlikte ayrı bir makale olarak cevaplayacağım:

      Öncelikle henüz bilmeyen arkadaşlarımız için parmakların nota ve tab yazımında kullanılan kısa isimlerini tanımlayayım:

  • işaret parmağı   = 1
  • orta parmak      = 2
  • yüzük parmağı = 3
  • serçe parmak    = 4
      Sonra hatırlatayım ki gam ve armoni bilgisinde yanyana iki perdedeki sesler arasındaki mesafeyi "yarım ses" adlandırıyoruz. Örneğin 4cü telde 2ci perde E (mi) ile 3cü perde F (fa) arasındaki mesafe "yarım ses aralık"tir. Şimdi gamımızın 5ci pozisyondaki Am pentatonik olduğunu varsayalım. Yandaki şekilde görüleceği gibi,  6ci tel A (la) ve C (do) sesleri, sonra 2ci tel E (mi) ve G (sol) sesleri ve 1ci tel A (la) ve C (do) sesleri arasında "bir buçuk ses aralık" var.

      Aynı telde "bir buçuk ses aralık" mesafedeki sesleri 1 ve 4 ile basmak yerine, Eric Clapton gibi 1 ve 3 ile basmak daha mı iyi, teknik olarak daha mı doğru diye soruyorsun. Klasik gitar öğretileri bir buçuk aralıkları 1 ve 4 ile basmayı öğretir. Ben klasik gitardan yetişme olduğum için 1 ve 4 ile basmayı benimsedim. Daha sonra fark ettim ki çoğu rock gitarcısı bu durumda 1 ve 3 kullanıyor.

      İkinci elektro gitarımı almak için Belgrad'a gittiğimde Zoran isminde usta bir gitarcı abim de bana 4ün yerine mümkün mertebe 3ü kullanmamı öğütlemişti. 3ün 4ten anatomik olarak daha güçlü olduğunu, daha kararlı ses çıkartacağını, daha süratli çalınabileceğini söylemişti. Ayrıca her müzik tarzının kendine has  tavırda çalınması gerektiğini, bir tarzdaki kuralların bir başka tarzda işe yaramayabileceğini eklemişti. Klasik gitarı çok güzel çaldığımı ama rock çalacaksam gitara biraz daha kızmam gerektiğini demeden de geçmemişti.

      Sonra 2007'de Yngwie Malmsteen ile tanıştım. Yakından gördüm ki o da mümkün mertebe 4 yerine 3 kullanıyor. Özellikle pentatonik ve blues gamlarını çalarken hep 3. Yngwie'yi önümde çalarken görmek bana gitar çalışmam için çok ilham verdi. O tarihten sonra tekniğime 4 yerine 3ü daha fazla entegre etmeye başladım. Gerçi öyle de yapsam böyle de yapsam hala Yngwie kadar süratli ve kızgın çalamıyorum :) Kendisi de ömrü boyunca Ritchie Blackmore gibi çalmaya uğraştığını ama hala beceremediğini söyler. Öte yandan bilinmesini isterim ki sevgili Yavuz Çetin 4ü kullanmaktan hiç çekinmezdi. Pentatonik ve blues gamlarını çalarken bir buçuk'luk aralıkları 1 ve 4 ile basardı.

      Şuna karar verdim: bu bir alışkanlık meselesidir. Her insanın eli benzer olsa da tam aynı değil. Bence bir gitarcı tekniğini geliştirirken en az hareket ekonomisiyle en kararlı ve en temiz ton çıkarmayı, ve en akıcı çalışı hedeflemelidir. Teknik, enstrumana hükmetmeye ve duyguyu enstruman aracılığıyla ifade etmeye yarar. Sesler karambolsüz net, kararlı ve hoş çıktıktan sonra hangi parmakla basıldığı beni hiç ilgilendirmez :-D  Unutmayalım ki Django Reinhardt 'ın sol eli sakattı ve o baş döndürücü jazz sololarını sadece 1 ve 2'yi kullanarak tarihe yazdı.

17 Mart 2013 Pazar

Kompresör (SR/CVP: Doğan Zencirci)

SORU:



     Hocam iyi günler ... yönelttiğiniz adrese sorumu veriyorum ... İlginiz gerçekten çok am çok hoş .. var olun ... :)
 
Hocam şimdi .. kompresörün çalışma prensibini az çok öğrendim ... Benim kafama takılan büyük bir sorum var ... Normal ... outboard kompresör ile ... yani somut bir kompresör ile iyi bir plug in kompresörün farkı var mı ? müzikte anlaşılır derecede fark ettirir mi ?
Hocam gerçekten şimdiden cevabınız için çok ama çok teşekkür ediyorum .....



CEVAP:






LA-2A

      Doğan'cım ben de güzel sözlerin ve alakan için teşekkür ediyorum. Ses kayıt ve miks'inde kullanılan birçok aletin içinde en can alıcı, öğrenilmesi ve ustalaşması en zor olan, yanlış kullanımı en büyük zararlara yol açan, doğru kullanımı ise en profesyonel sonuçları veren alet kompresör'le ilgili soru sormuşsun. Bu konudaki merakın hoşuma gitti.
SSL Bus Compressor

      Kompresörler ve kullanımlarıyla ilgili anlatılacak, konuşulacak o kadar çok şey var ki. Çoğul eki kullandım çünkü, ince duyan bir kulak için, her kompresör modeli çok farklı tınlar ve sese başka bir etki yapar. Meşhur modeller arasından LA-2A, 1176, SSL BusCompressor, Fairchild gibilerini sayarsak, bunların her biri aynı sese farklı karakter verecektir. Ayrıca en başarılı sonuçlarını da çok farklı görevlerde vereceklerdir. Daha da öteye gidersek farklı modeller şöyle dursun, Gramy ödüllü mühendislerden Chris Lord Alge, rack'inde bulunan bir düzine 1176'sının her birinin dahi farklı tınladığını söyler.

      Ses kayıt ve miks işinde yeni olanlar için ise bu farkları duymak hiç te kolay değildir. Hatırlatayım ki sıradan bir müzik dinleyicisi değil kompresör farklarını duymak, bir  müzikte hangi enstrumanların çaldığını dahi ayırt etmekte güçlük çeker.


1176
      Gerçek fiziksel kompresör ile sanal plugin kompresör arasındaki farka gelince.... Farklı modellerden söz ediyorsak haliyle farklı tınlayacaklardır. Ama bu isabetli bir karşılaştırma olmaz. Belli bir modeli onun çok iyi yapılmış bir plugin versiyonuyla karşılaştırdığımızı varsayalım. Biri gerçek elektronik devre, diğeri ondan elde edilmiş bir simulasyon. Teorik olarak aynı şey olmasalar da, pratikte fark çok cüzidir.  Universal Audio ve Waves gibi firmalar çok başarılı simulasyonlar yapıyorlar. Böyle iyi yapılmış simulasyonlarla gerçekleri arasındaki farkı, çok sivri kulakları olanlar iyice odaklanarak dinlediklerinde belki küçücük bir fark olarak duyarlar. Nasıl ki 16bit wave ile 320kbps mp3 arasındaki farkı çıplak kulakla duymak zorsa, bu da öyle. Yine de şunu belirtmekte fayda var, fiziksel ve sanal aletlerin arasında farkın en çok anlaşılacağı alet kompresör'dür.


Chris Lord Alge
      Tabi, her simülasyon aynı değil. Kimisi daha başarılı kimisi o kadar da değil. Konuyu şöyle özetleyerek bitireyim:

      1. Farkları duyabilmek için önce antremanlı bir kulağa sahip olmak gerekir
      2. Farkların duyulacağı çok üst düzey sisteme sahip olmak gerekir
      3. Asıl nasıl kullanıldığı çok farkettirir, ustaca kullanmayı gerektirir

      Yukarıdaki koşullar ve bütçe varsa iyi bir yada birkaç fiziksel model almanı önerebilirim. Eğer bütçe darsa ve dünya çapında üst seviyede işlerle rekabet derdin yoksa, iyisinden plugin almanı öneririm.


3 Mart 2013 Pazar

Stereo Kulaklıklar (SR/CVP: Ozan Ozdemir)


SORU:

Ozan Özdemir

      Cengiz abi merhaba, ben Ozan. 2-3 sene oncesine kadar Kirac`in Ankara konserlerinde degerli abim Atakan sayesinde kuliste hep sizinle birlikteydim. Belki hatirlarsin Gulumseme Ben kulakliklarla ilgili bir soru sormak istiyorum. Kulakliklarin uzerinde sol ve sag kulaga takilmasi icin R ve L yaziyor. Bunun sebebi nedir? Belki benim bilmedigim sag ve sol kulagin anatomik olarak bir farki vardir ama uzerinde R yazani sol kulagimiza rahatlikla takabiliyoruz. Duyumsal olarak bir fark oldugunu ve bunun senin bilecegini dusunerek degerli bilgilerini musait oldugun bir zamanda anlatmani isterim. Simdiden tesekkurler.

Ozan Ozdemir
Moskova 2013



CEVAP:

Cengiz Köroğlu

      Ozancım merhaba. Hatırlamaz mıyım yahu :) Çok güzel günlerdi. Şaşırttın beni, Moskova'ya gitmişsin. Dilerim oralarda iyisindir. Şimdi hemen karışıklığı ortadan kaldırayım.
      Sol kulağa takılması gereken L işaretli olandır. Bu L  İngilizce Left kelimesinin ilk harfidir. Sol demektir. Sağ kulağa takılacak olan da R işaretlidir. İngilizcede Right yani sağ kelimesinin ilk harfidir. Mühendislikte yoruma mahal yoktur. 2+2 4tür. Sol soldur ve sağ sağdır, o yüzden herşey işaretlidir. Ses  çıkışının üzerinde "audio out" yazar, görüntü çıkışının üzerinde "video out" yazar. Herşey çok net olmak zorundadır zira elektronik aletler yeterince karmaşıktır.

      Sendeki kulaklık ters takınca rahatsız etmiyor olabilir, bu modelin tasarımıyla alakalıdır. Ben ters takınca gayet tuhaf ve konforsuz bir his veren, hatta ses volümü oldukça düşen kulaklıklar da biliyorum.
      Ters takarsak duyumsal olarak şöyle bir fark olacaktır: Solumuzdan gelmesi için tasarlanmış ve mikslenmiş sesler sağımızdan gelecektir. Aynı şekilde sağımızdan gelmesi için hazırlanmış sesler solumuzdan. Eeee ne önemi var dersen... Dinlediğin şey popüler müzik ise belki de hiç fark etmeyeceksin çünkü popüler parçalar genellikle simetrik miksedilir. Yani davullar bas ve şarkıcı ortada, eşlik eden ve genişlik hissini veren enstrumalar ve yankılanmalar ise eşit miktarda hem solda hem sağda (gitarlar, pad'ler, sintiler, geri vokaller). Düz de taksan ters te, aynı dengeyi duyacaksındır. 
      Yalnız farzedelim stereo sesli bir film izliyorsun. Sahnede bir araba soldan kadraja giriyor ve şahane devir sesleri çıkararak önünden geçip sağdan dışarı çıkıyor. Kulaklığı ters taktıysan, arabayı solda görürken sesini sağda duyacaksın. Sonra araba sağdan dışarı çıkarken sesi solda olacak. Bu seyir zevkinin içine etmez mi :) Benimkinin eder valla.

Şarkı Sözleri (SR/CVP: Berkcan Keskin)




SORU:





Merhaba Cengiz abi, Size bir sorum olacaktı, sizce şarkı sözlerinde sisteme insanların yaşam tarzına yönelmek toplumun sanatçıyla arasını açar mı yoksa topluma yakınlaştırır mı?



CEVAP:





      Berkcan'cım senin sorun aldığım ilk soru oldu. Teşekkür ederim. Aranın açılması ne kelime, bence kesinlikle yaklaştırır. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesinde Sinema hocamız vardı, bize bir derste Amerikada sessiz sinemanın patlama yaşadığı yılları anlatmıştı. Herkes meşhur Charlie Chaplin filmelerini hatırlar. Amerikanın nüfusu o yıllarda çok sayıda farklı milletten, çok çeşitli kültürlerden ve ülkelerden göç etmiş insanlardan oluşan karma bir nüfustu. Sessiz film ilk oynatıldığı günden itibaren, tüm diğer sanatsal aktivitelerden çok daha fazla ve olağanüstü rağbet görmüştü. "Sizce neden, tahmin edebilen var mı?" diye sormuştu hoca.

      Kimse tahmin edememişti. Oysa sebep çok basitti. Filmin anlatımında ses, dolayısıyla dil yoktu. Sadece jestler ve mimikler vardı. İzleyenler hangi ülkeden gelmiş olursa olsunlar, anadilleri hangi dil olursa olsun, anlatılan şeyi anlayabiliyorlardı.

      İletişim Fakültesinde okumanın müzik hayatıma yaptığı en büyük katkı belki de derslerde öğretilen şu ilkeydi:


Eğer anlatılan şey anlaşılmıyorsa, sorun anlamayanda değil, anlatandadır. 

      Anlatan, mesajı anlaşılana kadar farklı şekillerde anlatmalıdır. Evet biz insanlar anlayabildiğimiz, bize tanıdık, yakın gelen, içinde kendimizden bir şeyler bulabileceğimiz şeyleri seviyoruz. Böyle şeylerle ilgileniyoruz. Anlamadığımız, bize uzak konulardan bize ne. Şu merak ve öğrenme güdülerimiz olmasa zaten ebediyen yerimizde sayardık.

      Tavsiyem, eğer şarkı sözü yazıyor ve geniş kitle tarafından anlaşılmak, kitleye yaklaşmak istiyorsan, toplumun geneli tarafından merak edilen, konuşulan, dert edilen konularda kendine has bir tarzda yaz.


2 Mart 2013 Cumartesi

Mono Toplam (Mono Sum)


        Tam olarak nedir? Nerede ve neden gereklidir? Çok basit ve önemli, 90'larda Türkiye'de çokça rastlanan, benim de bizzat şahit olduğum bir örnekle isim kullanmadan anlatacağım:


        Şarkıcı prodüktör ve ben, kayıdını ve miksini özene bezene yaptığım bir parçanın vidyo klibinin TV'de yayınlanmasını  heyecanla bekliyorduk. O dakka geldi, görüntü tamam ama ses????? Boğuk ve ekolar içinde.   Rezalet!!   Birçok şahidim vardı, parçayı böyle mikslememiştim ki ben?!  Ne olmuştu acaba? 


        Derhal araştırmaya koyulduk. O dönem BetaCam vidyo kasetler kullanılıyordu. Kanala gittik, onlara yolladığımız kaseti çalmalarını rica ettik. BetaCam oynatıcı ses mikserine bağlıydı, mikserin çıkışları ise stereo hoparlör çiftine. Ses aynen teslim ettiğimiz gibiydi, sorun yoktu. Teknik elemandan adım adım klibi yayına nasıl verdiklerini anlatmasını istedim. Görüntü ve ses, boyumdan uzun otomasyonlu bir alet aracılığıyla yayına gidiyordu ve gelen kasetler o aletin okuduğu başka bir formata aktarılması gerekiyordu.  "Hmmm, peki nasıl aktarıyorsunuz?" diye sordum, ve zincirin kırık halkası ortaya çıktı.

        Haliyle BetaCam oynatıcın sol ve sağ ses çıkşları vardı, ancak yayın aletinin tek bir ses girişi. Teknik elemanlar tüm iyi niyetleriyle ses kanallarının birini dışarıda bırakmamak için stereo kablonun bir ucunun jaklarını söküp, çıplak telleri birbirine değdirip, her iki kanalı da yayın aletinin mono girişine bağlamışlardı. O yıllarda bunu izah edecek yeterli bilgim olmasa da sezgisel olarak bana yanlış gelmişti, ve sonuçta sesin başına gelenler de bunu apaçık ortaya koyuyordu. Şimdi konuyu azıcık biliyorum, yine de yanlış bişey söylüyorsam elektronikçi arkadaşlar düzeltsin ama, ayrı gitmesi gereken telleri öylece birbirine değdirmek direnç dengesini değiştirecektir. Direnç değişince sesin volümü ve rengi de değişecektir. Bizim klibin sesine de bu olmuştu. Bunun haricinde sesin ekolara boğulması da muhtemelen tellerin sağlıksız temas etmesi sonucuydu. Nasıl düzelttik?


        Ses mikserine bağlı BetaCam'ın her iki kanalını ortaya panlamalarını önerdim, böylelikle mikserin hem sol hem sağ çıkışları aynı toplamı veriyor olacaktı. Çıkışlardan herhangi biri yayın aletinin mono girişine bağlandığında ise stereo ses monoya toplanmış ve direnç dengesi bozulmamış olarak aktarılacaktı.


        Elektroniğe çok fazla dalamıyacağım, o konuda çok bilgili değilim ama özetle şunu söylemek istiyorum. Elektronik aletler ne için tasarlandılarsa onu yaparlar. Bir diğer deyişle, elektronik olarak hangi işi yaptırmak istiyorsak, onu yapmak için tasarlanmış aleti kullanmalıyız.


        Stereo sesi havada da monoya toplayabiliriz. Bu durum stereo hoparlör çiftimizin bulunduğu odadan dışarı çıktığımızda meydana gelir. Hoparlörlerin çaldığı stereo ses havada monoya toplanır ve odanın kapısından çıktıktan sonra kulağımıza mono olarak ulaşır. Artık neyin sola neyin sağa panlandığını kestiremeyiz. Stereo sesi elektronik olarak mono'ya toplamak istiyorsak basit te olsa, onun için tasarlanmış bir alet kullanmalıyız. Bu bir mikser de olabilir, yada özel tasarlanmış iyice basit açma/kapama düğmeli 2 giriş 1 çıkış bir kutucuk ta olabilir. Bu yine de kabloları birbirine değdirmekten farklıdır çünkü mühendis tasarladığı kutucuğa duruma uygun hesaplanmış, dirençleri dengeleyici parçaları koyacaktır.


        Analog ekipmanla miks yapanlar iyi bilirler, miks mühendisleri yaptıkları stereo miksin mono'da nasıl tınlayacağını hızlıca kontrol edebilmeleri için çoğu mikserin özel mono tuşu vardır. Basar basmaz her iki hoparlöre aynı mono toplamı gönderir. Bilgisayar müzik programlarında ise durum biraz karışık: 


        Cubase'de Control Room özelliği açılırsa orada mono tuşu var. 
        ProTools'ta yok, ya master fader'ın panlarını ortaya almak, yada master insert noktalarından birine "monolaştırıcı" bir plugin koymak ve devereye sokup çıkarmak lazım.
        Logic'te yok. Logic'te panları ortaya almak ta yok :) Ancak insert slotuna plugin takarak yapılabilir. Logic'te fazla geniş gelen bir stereo sesin panlarını azcık ortaya alabilmek için Direction Mixer diye bir plugin kullanıyorum. Neyse ki kendi pluginleri arasında yer alıyor. Daha iyi çözümü olan varsa bana da söylesin lütfen.

        Şimdilik bu kadar, bu makaleyle ilgili soru, yorum ve görüşleriniz varsa alttaki kutucuğa yazarsanız sevinirim. Bunun dışında sorularınız varsa özel oluşturduğum 

cengizkoroglu.blog@gmail.com  

adresine yöneltebilirsiniz. Seve seve cevaplarım.


1 Mart 2013 Cuma

Cengo'yla Soru-Cevap



        Birkaç gündür yazacağım konuları düşünüyorum, elbette ki özellikle vurgulamak istediğim genel konular ve hazırladığım başlıklar var ama şunu fark ettim:  Net bir soruyla karşılaştığımda benim için çok daha ilham verici oluyor. O zaman okura neyin faydalı olacağını tahmin etmek yerine, direk probleme çözüm getirmeye odaklanabiliyorum. Dikkat ederseniz Gitarcı Sohbeti ve Gitarcı Sohbeti 2 yazılarımda bu yöntem kendi kendine oluşmaya başlamış bile. Bunu bir düzene koymak istiyorum.

        Müzik, gitar, şarkı, ses, ses kayıt, analog veya bilgisayar kayıt teknolojisi, demo-albüm yapmak ve benzeri konularda aklınıza gelebilecek her türlü soruyu cevaplayabileceğim düzenli bir köşem olsun istedim. Bunun için özel bir eposta adresi oluşturdum:

cengizkoroglu.blog@gmail.com

        Sorularınızı bu adreste bekliyor olacağım. Lütfen çekinmeyin, şunu bilmenizi isterim: Eğer sizler merak ettiğiniz veya takıldığınız bir şeyi sormak için bana eposta yazma zahmetine giriyorsanız, ben de sizlere verebileceğim en faydalı cevabı vermek için seve seve vakit ayırırım. Cevapları izniniz olursa sorularıyla beraber bu blog'da yayınlayacağım. Böylelikle benzer sorusu olanlar da faydalanmış olabilecekler. Hem sonra itiraf edeyim, ben de neleri merak ettiğinizi merak ediyorum :)

7 Şubat 2013 Perşembe

Gitarcı Sohbetleri 2


  • Onur arkadaşımın da izniyle gitarcılar arası bir sohbeti daha yayınlıyorum:



  • Cengiz abi merhaba, bilgine danışmak istediğim bir konu var. Gitarlarımızın tellerinin uzun ömürlü olması için (en azından entonasyonu bozulmasın) gitarı çalmadığımız süreler boyunca telleri bir miktar gevşetmemiz işe yararmı acaba ya da ne tür bir önlem almalıyız? Bir arkadaşım sargılı telleri kaynatıp tekrar kullandığını söylemişti ilginç fikir doğrusu. Teşekkürler şimdiden.

    • Onur'cum Selam,
      Sorduğun şeyin testini yapmamış olsam da, tecrübemden bir mantık yürütebilirim. Her çalıştan sonra telleri gevşetmek, her çalıştan önce de tekrar akortlamak bir miktar işçilik demektir. Belki tellerin ömrünü uzatabilir ama bence sağladığı katkı gerektirdiği işçiliğe mukayeseyle az olur, değmez.
      Tam testini yapmak için iki aynı takım teli, ömürlerinin sonuna kadar kullanmak gerekir. Birini hep aynı gerginlikte tutarak, diğerini gevşetip akortlayarak. Testin adil olması için her iki takım teli de eşit aralıklarla aynı yoğunlukta çalmak icap eder. Tellerin yeni takıldığı tarihleri not alıp, entonasyonlarını kaybettikleri gün geçen süreleri mukayese etmeli. Bu şartlarda bir test yapabilirsen elimize net bir veri geçer.
      Bunun haricinde tellerin eskime hızına en büyük katkıyı çalma yoğunluğu ve oksitlenme yapacaktır. İyi temizlenen tel daha uzun ömürlü olur. Bu da bizi son sorduğun şeye getiriyor. Telleri kaynatmak üstlerinde birikmiş kiri temizleyeceğinden, tınılarında iyileşme olacaktır.

    4 Şubat 2013 Pazartesi

    Stereo Duymak İçin Nerde Durmalıyım?



             Konuya bir miktar hakim olanlar lütfen beni mazur görün, söze çok temel bir yerden başlayacağım. Konuyu boşluk bırakmadan özetlemek ve tek bir yazıda toplamak istedim. Buna rağmen sizlerin de, yazıda ilerledikçe kendinize faydalı veya ilginç 1-2 ayrıntı bulabileceğinizi düşünüyorum. 

             İnsanoğulları olarak günlük hayatta, fiziksel ortamda, salonda sokakta etrafımızdaki sesleri iki kulak (sol ve sağ) aracılığıyla duyuyoruz. Sadece iki kulak ile bir sesin sadece solumuzdan yada sağımızdan değil, önümüzden veya arkamızdan, altımızdan veya üstümüden, uzağımızdan veya yakınımızdan dahi geldiğine doğru karar verebiliyoruz. Tüm bu yönleri uç noktalar olarak kabul edersek, sadece uç noktaları değil, aralarındaki tüm alanı ince geçişlerle bile tespit etmemiz mümkün.
             Örneğin gözlerimiz kapalı dahi olsa, biri bize ön tarafımıza denk gelen herhangi bir noktadan seslendiğinde, onun durduğu yeri her zaman sadece saat 12 yönünde (tam karşımızda) olarak algılamıyoruz. Durduğu yere bağlı olarak, kabaca tarif etsek, saat 10, saat 11, saat 1, saat 2 yönlerinde (önümüzde ama sol veya sağ çaprazımızda) olarak ta ayırabiliyoruz. Aynı şey arka tarafımız için de geçerli, saat 6 yönünü (tam arkamız) algılayabileceğimiz gibi, saat 8, saat 7, saat 5, saat 4 yönlerini de algılayabiliyoruz. Tüm bu yönlerin aşağısı ve yukarısı da var, demek ki etrafımızda küresel bir ses algılama alanı var ve biz bu kürenin tam merkezindeyiz diyebiliriz.

             Sesin fiziksel ortamdaki (mesela oturma odamızdaki) davranışını inceleyen bilim fiziğin bir dalı olan Akustik iken,  sesi beynimizde algılayış biçmimizi ve kurallarını inceleyen bilim dalı ise Psikoakustik'tir (Psychoacoustics). Yani farkında olmamız gerek, etrafımızda titreşerek dolaşan ama göremediğimiz hava molekülleri (ses) başka, beynimizde kulaklar aracılığıyla algıladığımız sinyaller (yine ses) başka.

             Sesleri kaydedip, kayıttan tekrar dinlemeye kalktığımızda karşımıza ek olarak kayıt (kaset-teyp-harddisk), dinleme (amfi-hoparlör) ve yayınlama (radyo-tv-internet) sistemlerinin kuralları da çıkıyor, yani Elektronik. Saydığım elektronik devrelerde gezen dolaşan, uyuyan uyanan sinyaller (yine ses) daha başka. Kafalar karışmasın, sesin bu hallerini suyun buz, su ve buhar halleri olarak düşünebiliriz. Hepsi su esasında, ama yine de dikkat, buzda kayıp düşebiliriz, buhar ise elimizi yakabilir.

            Kayıt ve dinleme sistemlerinin gelişim tarihçesine kısaca baktığımızda, fiziksel ortamın (canlı sesin) çok boyutlu küresel ihtişamını kaydedip tekrar canlandırma arzumuz nasıl da belli oluyor:

    Mono..........................  (1 hoparlör - 19.yüzyıldan bu yana)
    Stereo.......................... (2 hoparlör - 1950'lerden başlayarak)
    Quadraphonic (4.0) .....(4 hoparlör - 1970'ler)
    Surround 5.1..............  (6 hoparlör - çalışmalar 1976'da başlasa da evimize girmesi 1990'larda oluyor)
    Surround 7.1..............  (8 hoparlör - 5.1 sisteminin geliştirlmişi)

             Üstüne yeni teknolojiler icat edilmiş olsa da Mono ve Stereo formatları günümüzde halen en yaygın olarak kullanılan kayıt ve yayınlama formatlarıdır. AM radyo, telefon, bazı TV kanalları, sadece konuşma kayıtları halen mono'dur. Ayrıca, stereo olarak algılanması için tasarlanan ancak şartlar oluşmadığı için bizlere mono olarak ulaşan birçok durum vardır. Örneğin cep telefonundan stereo kayıtlı bir müziği dış hoparlöre verip dinlersek mono'dur (Mono Toplam). Kulaklık takıp dinlersek stereo'dur.

             Stereo kullanım alanına ise iyi örnekler olarak şunları sayabilirim: çoğu ses kayıt stüdyosu, büyük çoğunluk ev müzik setleri, FM radyo, stereo yayına geçiş yapmış TV kanalları, mp3 çalarlar, iTunes Youtube gibi mecralardaki büyük çoğunluk müzik.
                5.1 ve 7.1 surround formatına ise çoğunlukla çağdaş sinema-tiyatro salonlarında, küçük ev sinema sistemlerinde, çağdaş bilgisayarların anakart ses çıkışlarında rastlıyoruz.


    Mono Özellikleri:
               Kayıtlı tek ses izi yeterli, dinlemek için tek hoparlör yeterli. Yeterli diyorum çünkü 2 ses izi ve 2 hoparlörden de mono ses dinlemek mümkün. Aynalanmış Mono ve Mono Toplam buna iyi örneklerdir.
               İki boyutlu deneyim yaşatır:  Aşağı-Yukarı aksı  ve Yakın-Uzak aksı vardır. Aynı hoparlör ve tek noktadan çıksa da, psikoakustik olarak bas sesleri aşağıda, tiz sesleri yukarıda algılarız. Yine tek hoparlörden çıksa da kupkuru (yankısız) bir sesi bize yakın, yankılarla gelen bir sesi ise bize daha uzak olarak algılarız.


    Stereo Özellikleri:
             Deneyimi tam yaşamak için kayıtlı 2 ses izine, 2 hoparlöre ve iki hoparlörün tam ortasında ikisine eşit mesafede uzaklıkta durmaya ihtiyacımız vardır (stereo kulaklık takmak ta iyi bir örnektir).
             Deneyim üç boyuta çıkar. Aşağı-Yukarı ve Yakın-Uzak akslarına ek olarak Sol-Sağ aksı gelir. İki hoparlörle başımızın eşit kenarlı üçgen oluşturacağı şekilde oturup dinlediğimizde bize karşımızda duran geometrik küp şeklinde bir alan verir. Küpün sola-sağa genişliği hoparlörlerin arasındaki mesafe kadar olacaktır, kendinize stereo keyfi yaşatmak istiyorsanız hoparlörleri birbirinden uzaklaştırın. Hoparlörleri birbirine bitişik şekilde koyarsanız havada Mono Toplam elde edersiniz. Aynı şey müziği hoparlörlerin bulunduğu odanın dışından kapısı açık şekilde dinlediğinizde de olur. Sol ve sağ kanalların farkları havada birbirine toplanmış olarak kapıdan dışarı çıkarlar.
             Bana göre stereo biraz bireysel bir deneyimdir. Kulaklık takmak tek kişilik, iki hoparlörün tam ortasına oturmak en fazla 2-3 kişiliktir. Geniş kitleye stereo manzaralı ses deneyimi yaşatmak her zaman kolaylıkla yapılabilecek bir iş değildir. Mekanın elverişli olması gerekir.
             Bir DJ arkadaşımın barda müzik çalmaya başlamadan evvel, barın stereo ses sisteminin sol ve sağ pan düğmelerini ortaya aldığını gördüğümde ilginç bulmuştum. Meraklı bakışımı görünce açıkladı, böyle yaparsa müzğin mekandaki tüm köşe bucağa daha iyi yayıldığını tecrübe ettiğini söyledi.

    Quadraphonic (4.0):

                İlk surround ses sistemi. Bugün rastladıklarımızın öncüsü. 1967 yılında Pink Floyd grubunun böyle bir sistemle verdiği konser efsaneleşse de, sistem ticari olarak başarısızlığa uğramıştır. Yerini aşağıdaki günümüz sistemlerine bırakmıştır.



    5.1 ve 7.1 Surround Özellikleri:
             6 ve 8 hoparlörlü sistemlerdir. Her iki sistemin isminde noktadan sonraki 1, bir adet bas hoparlör anlamına geliyor. Neden sadece bir adet? Burada akustik ve psikoakustik kurallar devereye giriyor. Ses dalgalarının bas karakterli olanları ortamda dairesel hareket ederler, artı biz insanlar psikoakustik olarak bas dalgarın yönünü belirlemekte güçlük çekeriz. Beynimizde hep aşağıdan ve tüm çevremizden geliyormuş gibi algılanır. Bir mekanda tiz hoparlörlerin nerde durduğunu kolaylıkla tespit edebilirken, görmeden bas hoparlörün yerini tespit etmek o kadar kolay olmaz. İlginçtir, bas hoparlörü baş seviyemizden daha yukarı bir yere de çıkarsak, ondan yayılan sesi yine altımızdan geliyormuş gibi algılarız. Hoparlöre dokunmadığımız veya çok yakın olmadığımız sürece tabi.
             5.1 sistemde tiz hoparlörler ise şöyledir: ön sol, ön orta, ön sağ, arka sol, arka sağ. 7.1'de buna yan sol ve yan sağ eklenir, böylece algılanan ses deneyimi 360 dereceye çıkarılır.

             Bence tüm bunlar yine de hala tam bir küre etmez. Bakalım karşımıza daha neler çıkacak. Ne çıkarsa çıksın, ben mono'nun her zaman önemli kalacağını düşünenlerdenim. Yine de manzarınızın geniş olmasını dilerim.