25 Mayıs 2017 Perşembe

SOUNDCHECK (SAUNDÇEK) NEDİR?

KISA


Restoranda önümüze konan yemek tabağı için görmediğimiz bir mutfaktaki görmediğimiz bir aşçının o yemeği hazırlama aşaması gibi, sahnede canlı çalacak müzisyenlerin toplam müzik sesini oluşturacak olan tek tek enstruman seslerini bir tonmaister yardımıyla dengeli hale getirme çalışmasıdır.

Tonmaister - Ton Ustası.   Ton - Ses Rengi

Örneğin bir klasik gitarı, bir piyanoyu ortalama bir evin salonunda 2-3 metre mesafeden akustik olarak 3-5 misafire duyurmak başka, aynı gitarı ve piyanoyu bir konser salonunda 300-500 kişiye duyurmak başka. Bunun yapılabilmesi için sesi yükselten elektronik ekipmanlar (mikrofon, DI box, kablo, ses mikseri, amfiler, hoparlörler) ve bu ekipmanları çalıştırmayı bilen teknik personel gerekiyor. Eğer toplam müzik bir değil de birkaç enstrumanın ve insan sesinin toplamından oluşuyorsa, tek tek sesleri hem sahneye hem seyirci tarafına hassas şekilde dengelemesini bilen ayrıca bir ses mühendisi / tonmaister gerekiyor.

Bir diğer deyişle, eğer ensrumanların kendi doğal sesleri rahatça duyuluyorsa (derslik, ev salonu), ses yükseltme sistemlerine ve tonmaisterlere de gerek yok, ses dengeleri ve kontrolü çalanların elinde.
Yok eğer enstrumanların doğal sesleri rahatça duyulmuyorsa (gösteri salonları, açık alanlar), o zaman devreye ses sistemleri, teknik personel ve tonmaister girmek durumunda.


YAYGIN BİLİNMEYEN GERÇEKLER


- Aynı anda çalan enstruman sayısı arttıkça, daha kapasiteli ses ekipmanı ihtiyacı da doğru oranda artar, tonmaisterin işinin zorluğu ve süresi de doğru oranda artar.

- Daha kalabalık orkestralarda ve daha büyük salonlarda işin kapsamı ve zorluk derecesi arttığı için çoğu zaman sahne içine ayrı, seyirci tarafına ayrı tonmaister bakar.

- Aynı sahneye peşpeşe birçok orkestra çıkacaksa, orkestralar bu hassas ayarları tanımadığı bilmediği bir tonmaistere teslim etmek yerine, her orkestra kendi tonmaisteri ile çalışır.

- Eskiden Türkiye’deki müzik mekanlarında nadiren bir tonmaistere rastlanırdı, bugün ise tüm adı iyi bilinen mekanlarda tonmaister çalıştırılıyor.

- Bir yerde konser vermeye giden orkestra üyeleri yanlarında ek bir orkestra üyesi olarak tonmaister götürürler. Götürmeyenler ya işlerini ciddiye almıyorlardır ya da bütçeleri dardır ve gittikleri yerde alacakları hizmetteki problemlere peşin peşin razı olmuşlardır. Ya da işin teknik kısmını bir şekilde kendileri halledecek kapasitededir, o da olabilir.

- Büyük isimlerin konserlerinin öncesinde soundcheck yapılırken mekanda seyirci bulunamaz. Belki de geniş anlamda kitlenin soundcheck diye bir aşamanın varlığından ve öneminden haberdar olmamasının sebebi budur?

- Büyük isimlerin konserlerinde mekanda seyircinin sesi duyacağı tüm noktalarda sesin nasıl duyulduğunun kontrol edildiğini, arzulanan sesin ulaştırılamadığı o bölgelere seyirci alınmadığını, satılmış bilet varsa iade edildiğini dahi duydum. (U2 stad konseri)


----------


AYRINTILI İNCELEME


Baştan sona tek enstrumanla icra edilen müzikler var olsa da, günlük hayatta çokça kulağımıza gelip te alıştığımız, gerek radyoların gerek televizyonların çaldığı müzikler, gerek youtube spotify gibi platformlardan seçip dinediğimiz müzikler, gerek konser düğün dernek gibi ortamlarda sahneden yayılıp kulaklarımıza çarpan müziklerde çok büyük çoğunlukla birden fazla enstrumanın karışımından oluşmuş toplam bir sesten bahsediyoruz.

Müziğin üretiminde ve pazarlanmasında görev alan kimseler çok çeşitli farklı isimler ve terimler kullanmakta olsalar da, sade müzik dinleyicisi olup müziğin teorisini, bestelenmesini, düzenlenmesini, ses mühendisliğini ve müziğin hukukunu bilmeyen yaygın kitle arasında bu toplam sese basitçe bazan “şarkı” bazan “müzik” bazan “eser” bazan “türkü” vs deniyor.

Bu toplam müzik sesi bazan stüdyo ortamında önceden kaydedilip titizlikle ayarlanmış, final ürün haline getirilmiş ve yayına verilmiş oluyor (‘banttan’ terimi), bazan ise enstrumanları çalan ve söyleyenler tarafından dinleyicilerin önünde eşzamanlı olarak icra edebiliyor  (‘canlı’ terimi).

Banttan veya kayıtlı müziklerde bu ‘toplam müzik sesi’ günümüzde çoğunlukla seyircisiz stüdyo ortamında, toplamı oluşturacak olan her enstrumanın sesi ayrı ayrı kaydedilerek, en iyi performanslar alınana kadar kaç sefer gerekirse tekrarlanarak, daha sonra elde edilen tüm kayıtlar ses mühendisi tarafından titizlikle dengelenerek final ürüne dönüştürülüyor (miks ve mastering aşamaları).


Sevilen ve iyi bilinen bir kayıtlı müziğe bakalım ve bu toplam sesin nelerden oluştuğuna bakalım.







Benim kulakla duyup ayırıştırabildiklerim şöyle:
Kick
Bas
Bongolar
Kaşıklar
Darbuka
Elektro Bağlama
Şarkıcı
Atak yerlerinde Elektro Tomlar

STÜDYO KAYIT
Bu ayrı ayrı enstruman sesleri bir ses kayıt stüdyosunda seyircisiz/dinleyicisiz ortamda çalınmış kaydedilmiş, birleştirilmiş, hem zamanlama (senkron) hem de birbirine oranla ses açıklığı kısıklığı (şiddet, gürlük, volum) açısından hem de ses rengi uyumluluğu açısından (ton, parlaklık/matlık, ağırlık/hafiflik, sertlik/yumuşaklık, ıslaklık/kuruluk gibi) titizlikle dengelenmiş (miks ve mastering aşamaları). Yani, bu toplam ses hem enstruman çalanların performanslarından hem de teknik hizmetten ibarettir. Tüm işlemler dinleyiciden uzakta itina ile bitirilmiş olup, hazır olduktan sonra dinleyicinin beğenisine sunulmuştur.

CANLI PERFORMANS
Canlı müzikte ise toplam sesi oluşturacak olan tüm enstruman ve sesler seyircinin önünde aynı anda ve eşzamanlı olarak icra edilir. Birçok şey ters gidebilir ve ikinci bir tekrar olanağı yoktur, performans ilk ve tek seferinde nasıl çıktıysa o duyulacaktır. Tonmaisterin ise tüm sesleri tek parça süresi içinde dengelemesine imkan yoktur. Masallardan fırlamış gibi olağanüstü süratli bir tonmaister olsa bile, parça başlarken ayarlamaya başlasa ancak parça bittiğinde bir yere varır, ki iş işten geçmiş olur. O yüzden hassas ses dengeleri ve ton ayarlamaları performans başlamadan önce, mümkünse seyircisiz bir ortamda yapılır, arzulanan denge yakalandığında seyirci mekana alınır ve performans başlar. Bu canlı performans o sırada müziğin icra edildiği açık veya kapalı mekanda fiziken bulunan seyircilere yayınlandığı gibi, bir yada birkaç tv/radyo/internet kanalına da canlı yada kaydedilip daha sonra 'banttan' da yayınlanabilir. Bu sebeple canlı performansları elden gelen en iyi şekilde kaydetmek büyük önem taşıyor, zira kaydedilmeyen performansları sadece o gün o mekanda bulunan insanlar görüp duyuyor, onların hafızalarında bir süre kaldıktan sonra unutulup gidiyor. Kayıtlar ise hem daha sonra izletilebiliyor, hem daha çok insana ulaştırılabiliyor, hem hatıra veya referans anlamı taşıyabiliyor, bir bakıma ölümsüzleşiyor.

YEMEK GİBİ MÜZİK
Bir restoranda önümüze konan bir yemek tabağının nasıl kendiliğinden hazırlanmadığını, bir yerlerde bir ahçının ham malzemeleri dikkatlice dengeleyip pişirdiğini, tabağa dikkatlice yerleştirdiğini biliyorsak, toplam müzik sesini oluşturan enstrumanların da kendiliğinden dengelenmediğini, bir yerlerde bir ses mühendisinin buna kafa patlattığını ve ter döktüğünü bilmekte fayda var.

Dahası, bir ahçının eline gerekli malzemeleri (et, sebze, ekmek, yağ, baharat) ve ekipmanları (buzdolabı, fırın, tencere) vermezsek, ve yemeği hazırlaması için gerekli zamanı vermezsek önümüze bir yemek gelemeyeceğini, ya da kötü bir yemek geleceğini biliyorsak, müziği topluca canlı icra edecek olan müzisyenlere ve tüm seslerin kontrolünü teslim ettiğimiz mühendise gerekli ekipmanları (müzik enstrumanları ve seslendirme ekipmanları; mikser, hoparlör, mikrofon, stand, kablo) ve hazırlık süresini vermezsek kulağımıza kötü bir müzik geleceğini de bilmekte fayda var.

Öte yandan, eğer yemeğimiz lezzetli değilse, afiyetle yiyemiyorsak bu nasıl yüksek ihtimalle yemeği oluşturan ham maddelerdeki bir dengesizlikten ileri geliyorsa (fazla/az tuzlu, fazla/az sulu, fazla çiğ, fazla pişmiş, yanmış vs), kulağımıza gelen toplam müzik sesi de eğer bize keyif vermiyorsa, kafamızı şişiriyorsa, bunun sebebi yine çoğunlukla gerek enstrumanlar arası ses şiddeti dengesizliği gerek ses renkleri uyumsuzluğundan ileri gelir.

Hoş, bazan yemeğin içindeki domates yada et düpedüz kötüdür ve yemeği bozar. Aynı şekilde bazan da orkestranın içinde bir yada birkaç enstrumanın performansı kötüdür, bu da toplam müziği bozar. Bazı durumlarda ise kimi insan düpedüz örneğin bamya sevmez. Aynı şekilde bazan kimi insan belli parçayı veya belli müzik tarzını sevmez, ama bu durumlar soundcheck konusunun dışındadır. Burada sadece kötü bir soundcheck'in de müziği kötü performans kadar bozabileceğini vurgulamak istiyorum, zira bunu bilmeyen insanlar bütün faturayı sahnede gördüğü müzisyenlere kesmeye meyillidir.

Gayet geçerli bir çalış performansının kötü dengeyle ne derece rezil olabileceğine bir örnek:






Bunu paylaştığım facebook gönderisine yazdığım hikaye de kaydadeğerdir, tamamını okumak için tıklayınız.




10 Nisan 2015 Cuma

Oğuz Gençay ile Röportaj

İstanbul Drama Sanat Akademisi öğrencilerinden Oğuz Gençay'a benle yaptığı bu röportaj için teşekkür ediyorum. Kendisinin de izniyle burada yayınlıyorum.


1) Doğduğunuz ve çocukluğunuzu geçirdiğiniz yerden bahseder misiniz ?

Eskiden adı Yugoslavya olan bir ülkenin bir bölgesi olan Kosova'nın Mitroviça kasabasında doğdum. Çocukluğumu orada, Osmanlı yapısı, surlarla çevrili, geniş bahçeleri olan tarihi bir evde geçirdim. Dede, babanne, baba, iki amca, yengeler, kardeşler, kuzenler, misafirler hep beraber aynı evin içinde yaşardık. Ülkenin düzeni sosyalist düzendi. Ne çok zengini ne de çok fakiri vardı. Paradan çok bilgiye ve ustalığa değer verilirdi.



2) Müzik ile uğraşmaya nasıl başladınız ?

Büyüdüğüm evle aynı sokakta kasabanın müzik okulu vardı, ailem de müziği çok severdi, evde çokça müzik dinlenirdi ve enstrumanlar da mevcuttu. Şartlar uygundu ve ailem de beni buna teşvik etti.



3) Ailenizde başka müzik ile uğraşan var mıydı?

Evet. Sonradan benim götüreceğim kadar profesyonel dereceye götürmeseler de, babam trompet amcam ise saksafon çalardı. Kasabanın "big band" jazz orkestrası vardı. Provalarını bizim sokaktaki müzik okulunda yaparlardı. Babam ve amcam o orkestrada çalardı.



4) Ailenizin müziği seçmenizdeki etkisi nedir ?

Ailemin müziği seçmemde etkisi çok büyüktür. Sadece başlamamda değil, bütün süre boyunca verdikleri destekle de. Her anne baba gibi onlar da evlatlarının gelecekleri için endişe etseler de, bana inançlarını ve desteklerini hiçbir zaman esirgemediler.



5) Ailenizin sizin hakkınızda müzik hariç başka düşünceleri var mıydı ?

Mutlaka üniversite bitirmemi istiyorlardı. Hiç unutmam, babam hep "1 okul, 2 müzik" derdi. Benim müzik konusundaki ciddiyettimi gördükçe bir süre sonra "1A okul, 1B müzik" demeye başladı. En sonunda "tamam anlaşıldı, müzisyen olacaksın ama n'olur şu üniversiteyi yarım bırakma" ya geldik.



6) Müzik dışında uğraşmak istediğiniz başka bir meslek var mıydı ?

Evet vardı ama onu burada söyleyemem.

7) Okuduğunuz okullar nelerdi ?

Eski Yugoslavya'da ilkokul ve ortaokul, ilkokul adı altında birleşikti, tıpkı şimdilerde Türkiye'de de birleştiği gibi. Toplam 8 yıl ilkokul, 4 yıl lise ve 4 yıllık üniversiteyi (İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-TV-Sinema Bölümü) 8 yada 9 yılda okudum.



8) İlk konserinizi nerede verdiniz ? Yanınızda biri var mıydı ?

İlk konserimi 1988 yılında Kosova Mitroviçası Geleneksel Rock Festivalinde verdim. Yanımda grup arkadaşlarım vardı. TAMA isminde bir gruptuk. Bateri, bas, elektrik gitar, ve klavyemiz vardı. Yanılmıyorsam önceleri bateristimiz şarkı söylüyordu, sonra bir şarkıcımız oldu.



9) İlk albümünüzü ne zaman ve kiminle çıkardınız ?

İlk albüm sayılabilecek 3 yada 4 şarkılık kayıtlarımızı yine Kosovada, Priştine şehrindeki stüdyoda kaydettik. Yıl 1990 yada 1991 olabilir. O sıra grubumuzun adı artık Horoskop olmuştu. Şarkılar Kosovanın yerel radyo ve televizyonlarında yayınlandı ve liste başı oldu.



10) Kıraç ile çalışmaya nasıl başladınız ?

1992 yılında üniversite okumak üzere İstanbul'a geldim. Bir taraftan okurken, bir taraftan müzik sektöründeki daha az yada daha fazla önemli çeşitli insanlarla tanıştım. Bir süre sonra Moğollar grubunun efsanevi davulcusu Engin Yörükoğlu'nun barında çalmaya başladım. Orada basçıları Taner Öngür ile tanıştım. Taner Öngür beni, o sıra stüdyosunda tonmaisterlik yaptığı Fuat Güner ile tanıştırdı. Derken FT stüdyolarında çırak olarak tonmaisterlik ve stüdyo müzisyenliğine de başladım. Zamanla stüdyoda hem çok sevilen işler yaptım hem de müzisyenlik ve tonmaisterlik becerilerimi iyice geliştirdim. 2000 yılında İstanbul'da bir dönem BRT televizyon kanalında Performans adlı müzik programının tonmaisterliğini yapıyordum. Programa gelen sayısı kabarık konukların arasında Kıraç da vardı. Daha önce yaptığım işleri de duymuştu, o gün orada yaptığımız işten de memnundu, bana sıradaki albümünü kaydetme işini teklif etti. Böylece Kıraç'ın Zaman albümü ortaya çıktı.



11) Kıraç'tan önce başka gruplarla çalıştınız mı ?

Evet. Bendeniz, Sibel Tüzün, Deniz Arcak, Teoman...



12) Hiç kendi stüdyonuz oldu mu? Olduysa kimlerle müzik yaptınız ?

Evet oldu. Şişli'de Stüdyo 74. Teoman, Mansur Ark, GMG, Feridun Düzağaç, Objektif, Funda Arar, Nilgül, Bertuğ Cemil vs....   Daha sonra stüdyoyu ufaltıp evimdeki odama taşıdım.




13) En çok dinlediğiniz müzisyenler kimlerdir ?

Çocukluk yıllarımda o eski kasetçalarda en çok çalan albüm sanırım Lionel Richie'nin "Can't Slow Down" albümüdür. Şu meşhur Hello şarkısının olduğu albüm. O albümde "Running With The Night" şarkısında bir gitar solo vardı ki, beni benden aldı.

Yeri gelmişken değinmeden geçemeyeceğim; o yıllarda albümlerde çok az makina çok daha fazla müzisyen çalardı. Dünyanın en iyi müzisyenlerinin ustalıklarını göstermelerine yer verilirdi. Şarkıcıların yanında çeşitli enstruman ustalarından müthiş sololar duyardık. Ne var ki, hal böyleyken bile albümlerin kaset ve plağa basılmış versiyonlarında bu sözkonusu sololar mevcut iken, aynı şarkıların tv klipleri ve radyo versiyonlarında ne yazık ki bu bölümler kesintiye uğrarlardı. Ya spiker tam solo çalarken konuşmaya başlardı, yada parçanın o kısmı editle kesilip atılırdı. Bu duruma çok kızardım. Radyo'da yada TV'de parçaya rastlayıp, o müthiş soloları duyacağım diye beklerken, çokça hevesim kursağımda kalırdı. Yıllarca süren sıkıntılı çalışmaların sonucunda meydana gelen o usta enstrumanistlerin eserlerini duymayı beklerken, spikerin laubali ve boş konuşmasını her duyduğumda, yapabilsem ağzının ortasına bir tane çakasım gelirdi.

Enstruman çalışını ustalaştırma yolunda çalışan birisi olduğum için, öylesi bir soloyu çalmanın, birkaç satır şarkıyı söylemekten çok daha fazla emek ve zaman istediğini iyi biliyordum. İnsanların neyin değerli olduğunu ölçerken korkunç hata yaptıklarını düşünürdüm. Halen daha öyle düşünüyorum. Bu günlerde durumu daha da vahim görüyorum. İnsan soyu olarak yanlış yere değer verdiğimiz şeyler o boyuta geldi ki, kendimizi yok etmeye doğru gidiyoruz. Örneğin, yüz binlerce ışık yılı çapta eşi benzeri bulunmayan ve var olmamız için yaşam şartlarını sağlayan bu yegâne gezegeni maddi kâr elde etmek adına hızla mahvetmemiz gibi. Korkunç yanlışlık şurada; maddi kâr insan icadı bir hayal ürünü, yaşam şartları (hava, su, gıda, sağlık ve eğitim) ise gerçek değerler.

- Konuya döneyim, Youtube'da "Running With The Night" parçasının orijinal klip videosu mevcut ancak tam da yukarıda izah ettiğim gibi, parçayı klibe uydurmak için canım solonun en güzel yerini kesip atmışlar, o yüzden solonun tamamının bulunduğu bu videoyu paylaşıyorum:






- Bunun haricinde Michael Jackson'un Thriller albümünü anmadan geçemem. Onu daha sonra plaktan çok dinledim. "Beat It" şarkısındaki Van Halen'in solosu beni çok etkilemişti:







 - Şimdi bir başkalarını da hatırladım. Gitar hocam bana George Benson'un canlı konser kaydını kasede çekmişti. "Weekend in LA" albümü. Siemens Walkman'imde en çok çalmış albüm bu olabilir. Aman tanrım, ne besteler ne performanslar ne sololar. Tamamı burada:






Sonra, Larry Carlton'un albümü "Strikes Twice". Bu da gitar hocamın bana plaktan kasede çektiği ve walkman'imde en fazla çalan 2ci albümdür:






- Daha sonra İstanbul'a geldiğimde Steely Dan'i keşfettim. İlk arabamın teybinde en çok çalan albüm sanırım Live In America albümüdür:







14) Türkiye'de en çok hangi müzisyen ile çalışmak istersiniz?

İş arkadaşlarına starlık taslamayan, gelişmeye açık, yenilikçi fikirleri olan herhangi müzisyenle çalışabilirm. Günümüz dünya düzeninde yaşam sürdürmek henüz paraya bağlı olduğu için, ve ben müzikten geçiniyor olduğum için, bu kimselerin kazanç üretiyor olması ve etrafını sömürmeyen tiplerden olması da önemli. Ancak bu ileride değişebilir, kaynak-bazlı ekonomiye geçişi tamamlayabilirsek yaşamımızı sürdürmek illa para kazanmaya bağlı olmayacak. O zaman çalıştığım müzisyenlerin kazanç üretip üretmemelerinin bir önemi kalmayacak.




15) Dünyada en çok sevdiğiniz ve beraber çalışmak istediğiniz müzisyenler kimlerdir ?

2007 yılında Yngwie Malmsteen ile iş yapma olasılığı görüşüldü. Stüdyo 74'e onun albümüne yaylı kaydı yapıp verdim ama Kıraç ile planladığımız ortak turne hayata geçmedi. Olmasını çok isterdim ama olmadı.



16) Çocuğunuzun müzikle uğraşmasını ister miydiniz ?

Tabiki. Seçenekler arasında müziği de mutlaka sunardım. Gerisi hayat şartlarının getirdiği ve kendisinin bileceği iş.



17) Ülkemizin dünya çapında müzisyen çıkarmamasının sebebi sizce nedir ?

Dünya çapında müzisyenimiz yok değil esasında. Fazıl Say, Aydın Esen, Erkan Oğur, belki daha düşünsem başka da sayabilirim. Belki kastettiğin dünya çapında pop starlardır. Bunun cevabını bilmiyorum, ancak spekülasyon (dayanaksız görüş) yapabilirim. 
Görüşüm şudur ki bu tek bir sebepten değil, daha çok zincirleme sebeplerden. Dünyada en çok konuşulan diller sırasıyla Çince, İspanyolca ve İngilizce. Çince'nin bizim bildiğimiz müzik sektörüne etkisi yok gibi. Nasıl olmadı onu bilmiyorum. Ancak bildiğimiz müzik sektörünün kalbi İngiltere ve Amerika olduğu için bu ülkelerin çıkardığı starların hakim olduğunu görüyorum. İngilizce ve İspanyolca müzikler hakim. Çince hariç, hakim olan diller ile müzikler arasında tutarlılık var sanki. Sektörün kalbi oralarda atıyor, okulundan, enstrumanından, kayıt teknolojisinden mühendislerine kadar onlar yapıp satıyor, bizler alıyoruz. O hacimlerde iş yapmak için oranın kurallarına göre oynamak lazım sanırım. Örneğin Yngwie Malmsteen Isveçlidir ama kendini Amerikalı sayıyor. Örneğin futbolcu Mesut Özil Türk diyoruz ama Almanya'da yetişmiş, kendisine Türk demeye bin şahit ister.. Kısaca, bu kafalarla, bu alışkanlıklarla o hacimlerde iş yapmak mümkün değil sanırım.


Bir bakışa açısı daha eklemek istiyorum. Avrupa'da çeşitli ülkelerde bulundum, Amerika ve Avustralya'ya da gittim. Şunu farkettim ki Türkiye insan beynine çok saldıran bir yer. Dört bir tarafta dev bilboardlar, reklamlar, ışıklar, logolar, yüksek ses.... Şirketler ve marketingciler adeta bağırıyor, bana bakın, beni dinleyin, benim ürünümü alın diye.

İnsan beyninin nasıl çalıştığını biraz bildikten sonra, bu tip bir ortamın daha derin düşünmeyi, yaratıcı fikir bulmayı ve problem çözme yetisini engellediğini anlamak mümkün. Özetle, bu ortamda insanlar bir şeyler üretmekten çok, ancak tüketirler.




18) Tarzınız dışında başka hangi tarzda müzik yapmak istersiniz ?

Tarzların beraberinde getirdiği kültüre bakarım. Şarkıyı söyleyen ile enstrumanları çalanlar arasında sınıf farkı gören kültürleri almayayım. Bir de "gıy-gıy" dediğim sürekli bayık, kendine acıyan tarzları almayayım, gerisi tamamdır. Benim için iyi icra edilen ve kötü icra edilen müzik vardır, o kadar.




1 Şubat 2015 Pazar

Kompresörler - SR/CVP: Mustafa Güventürk


SORU:






Cengiz abi biz kompresör pedalını ne için kullanıyoruz? Düşük tuşe yüksek tuşenin eşitlenmesi sesin aynı seviyede çıkması gibi bir bilgim var fakat sorular madde halinde şöyle;
-Sadece clean ton da mı kullanıyoruz?
-Drive da kullanılıyor mu?
-Her ikisinde de ton hayli değişmekte hatta clean tonda hafif bir over drive'msı bir ton duyuyorum burada farkında olmadan boost mu yapıyorum?
-Boost amaçlı kullanılıyor mu?
ve senin eklemek istediklerin... Bu yazışmayı soru-cevap köşende yayınlayabilirsin, teşekkürler.

Mustafa




CEVAP:





Mustafa'cım kompresörlerle ilgili daha önce bir yazı yazmıştım, incelemediysen buradan inceleyebilirsin. Ancak sen belli ki gitarcılara has tasarlanmış pedal kompresörleri soruyorsun, biraz anlatayım.

- Sadece "clean" yani temiz tonda mı kullanıyoruz? Çoğunlukla durum bu olsa da öyle bir kural yok. Drive tonla da kullanabilirsin. Örneğin ben bazan drive tonla da kullanıyorum. Kompresörü ayrıca notaların ilk vuruş anlarını (atak kısmını) sivriltmek veya yumuşatmak, notaların uzunluklarına uzunluk katmak için de kullanabilirsin.

- Ton değişmekte evet. Bu sadece kompresörlerin değil, büyük çoğunluk pedalların yapacağı şeydir. Tona renk vermek. Bazılarının vereceği renk hoşuna gidebilir, bazılarınınki ise gitmeyebilir. Az da olsa, renk vermeyen veya "transparan" tabir ettiğimiz pedallara rastlamak mümkündür zannediyorum. 

- Şimdi biraz genel bahsedeyim; kompres etmenin anlamı sıkıştırmak. Sesle ilgili bir kompresörün sıkıştırdığı şey ise yüksek volüm ile düşük volüm arasındaki farktır. Düşük/yüksek arasındaki fark örneğin 10 üzerinden 6 ise, kompresörden geçtikten sonra bu fark ayarlara bağlı olarak örneğin 3'e düşer.


Basit bir senaryo:

2 nota çaldın, birinin gürlüğü 10 üzerinden 8, ikincisinin gürlüğü 10 üzerinden 2 olsun. Kompresörün hassasiyetini 10 üzerinden 3'e ayarladın, ilk nota 3'ten hayli gür olduğu için kompresör bu 8 gürlüğündeki notayı tuttu 5'e kıstı ve aradan çekildi ve ardından gelen 2 gürlüğündeki nota 2 gürlüğünde kaldı. Kompresörden önce notalar 8 ve 2 idi, kompresörden çıkışta ise notalar artık 5 ve 2. Yalnız toplamda kayıp var. İşte bu kaybı tamamlamak için kompresörlerde "gain", "output", "make-up" ve benzeri adlandırılan pot bulunur. Bu potla kaybedilen gürlüğü geri tamamlarsın, böylece ilk vurduğun nota yine 8 çıkar ama bu sefer 2 gürlüğündeki nota 5'e çıkmıştır. Bonus olarak ta özellikle o ilk, 8 gürlüğündeki notanın uzunluğu artmıştır.




15 Nisan 2013 Pazartesi

Gitarcı Sohbetleri 3 blm2/2 (SR/CVP: Onur Akbulut)


SORU:




Merhaba Cengiz abi sana yine sorularımla geldim Öncelikle şunu sormak istiyorum elektro gitarda pentatonik gamları gezerken Eric Clapton gibi yüzük parmağı ve işaret parmağımızı kullanmamızımı tavsiye edersin yoksa serçe parmağımı? yani bunu şu yüzden soruyorum herhangi bir çalım teknik hatası oluştururmu ilerde? Bi de ben uzun zamandır Yavuz Çetin hayranıyım dünya çapında bi gitaristti mekanı cennet olsun onun tonlarını nasıl elde ederim elimde Boss Me25 model bi processor var. son sorum da şu, bir efekt aleti kullanırken tellerin markasının modelinin kalınlığının bir önemi kalmadığını düşünüyorum yanılıyormuyum? Çünkü bağlamayı bile taksak cihaza aynı sesi alıyoruz.




CEVAP:




      Aradan sonra merhaba Onur'cum. Bugün senin sorunun ikinci kısmını cevaplamaya geldi sıra. Açmadan önce, sana cevabımı hemen söyleyeyim:    Evet, maalesef yanılıyorsun....

     90'lı yılların başlarında tünel'deki müzik enstrumanları mağazalarının bulunduğu bölgeye çok gittim. Meşhur Yüksek Kaldırım. O vitrinlerin karşısında, tıpkı kasap dükkanının önünde ciğerlere bakıp dolanan kedi gibi takıldım. Dükkanların içindeki satış elemanlarının yüzleri, şansıma, çok nemrut olmadığı seferlerde gitar, pedal, amfi, multiefekt türü sayıca ekipman deneme fırsatım oldu. Çok beğeneceğimi, beğenip alamayacağımı bile bile, o dönem çokça yaptım bunu.

     Çok geçmeden o dönem çaldığım Jazz Stop barda işler iyiye gitmeye başladı ve kendime orta sınıf, daha doğru dürüst ekipman alabilecek duruma geldim. Arayışlar tabi ki bitmedi. Acaba daha çok sustain, daha güzel ve karakterli temiz ton, daha can alıcı distorsiyon, çalışımı daha "baba" tınlatan herhangi bir şey bulabilir miyim diye sıklıkla farklı model gitar, pedal, amfi denemeye devam ettim. İşin içine daha geniş çevre, yeni iyi müzisyenler, çeşitli prova stüdyoları girdikçe daha da fazla ekipman çeşidiyle karşılaştım.

     Bu süre zarfında bazı ekipmanların (amfi ve pedal), hangi gitarı takarsam takayım aynı ses verdiğini, bazılarının ise bütün çalış farklarını ve nüansları olduğu gibi aksettirdiğini fark ettim. Hemen peşinden bir gerçeğe daha uyandım:  Her gitarın ve her gitarcının çalış nüanslarını olduğu gibi aksettiren amfi ve pedallar genelde çok daha pahalı olanlardı....


     Şimdi sana hangi gitar, efekt ve amfilerden "baba" ton alacağını salık verebilirim ama bu yetersiz kalır. Bu birtakım doktorların TV programlarına çıkıp sabahtan akşama millete "şunu yemeyiniz, bunu yeyiniz, şunu yerseniz hasta olursunuz, bunu yemeniz lazım" demelerine benzer. Çok ta uyuz olurum zira hasta olmamak için önerdikleri besinler genelde organik ve daha pahalı olanlardır. Aslında hiç te yardımcı olmazlar çünkü o önerdikleri besinleri alamayacak durumda o kadar çok insan var ki. Onlara "hiç kaçar yolunuz yok, hasta olup öleceksiniz" demek gibi bir şey oluyor bu. Bir tanesi çıksın da o sağlıklı besinleri herkesin nasıl alabileceğine çözüm getirsin, alnından öpeceğim.

     Bu sebeple sana hangi ekipmanlardan baba ton alacağını salık verirken, keşke  o "baba" ekipmanlara vereceğin "baba" bütçeyi de nasıl bulacağın konusunda nasihat edebilseydim diye düşünüyorum.

     Hoş bilemiyorum, belki halin vaktin yerindedir, belki senin için bütçe sorun değildir.. Yine de yukarıda örneğini verdiğim gibi yarım cevap vermeyi ahmakça buluyorum. Bana sorarsan ben hala kendi müzik kulağımı tatmin eden ekipmanları alamayacak durumdayım. Belki de merdivenleri tırmanmaları için uzatılan elleri tutan insanlar merdivenleri tırmandıktan sonra arkalarına bakmadıkları içindir. Herneyse, biraz net bilgi vererek konuyu kapatayım:

     Sevgili Yavuz Çetin'i ilk tanıdığımda siyah bir Gibson Les Paul çalıyordu. Sonraları Fender Stratocaster çaldı aramızdan ayrılana kadar. Neden strat'a geçti, Gibson'unu ne yaptı bilmem ama "Satılık" albümünün kayıtlarında benim beyaz Gibson'u çaldıktan sonra "satmazsın biliyorum ama bu gitarı satacak olursan ilk benim haberim olsun" demişti. Amfi olarak sahnede en çok Fender Twin Reverb kullanırdı. Kayıtlarda kafa kabin 100Watt eski bir Marshall da kullanmıştı. Hatta "Satılık" albümünün çoğunu onunla çaldı yanılmıyorsam. Yalnız onun tonunda usta ellerini de hesaba katmak lazım. Her usta gitarcıda bu böyledir. Yukarıda dediğim gibi, bu amfileri çalması kolay değildir. Gitarı ve gitarcıyı tüm çıplaklığıyla iletirler.

     Yavuz öyle ustaydı ki.... bir seferinde kayıtta çalınacak bir partiyi tartışırken gitarını elime alıp çaldım ve farkettim ki 1ci ve 2ci tellerin 12 perde entonasyonları oldukça kayıktı. Nasıl olur? Daha demin o çalarken entonasyon yerli yerindeydi? Yüzüne sorar gözlerle baktım. "E oralara basarken ona göre biraz fazla sıkıyorum" dedi.



12 Nisan 2013 Cuma

Pro Tools ile Reaper Rewire Bağlantı (SR/CVP: Volkan Özyılmaz)


SORU:





Cengo'cum ben de katilayim istedim bu davetine.
Benim sorum su olacak, Pro Tools ile Reaper'i rewire olarak nasil kullanabilirim.
Guzel bir gun olsun.


CEVAP:

Cengiz Köroğlu








      Volko'cum bu önemli ayrıntıyı sorduğun için teşekkür ediyorum.  Önce bilmeyenler için kısa bir giriş yapmak istiyorum.


Rewire Nedir


      Rewire iki müzik programı (DAW) ın MIDI ve Audio veri akışını birbirine bağlayan bir sistemdir. İki DAW arasında görünmeyen bir köprü görevi yapar. Propellerheads Reason tarafından geliştirilmiş olmakla beraber, kurmak için özel bir şey yapmaya gerek yoktur. Çoğu popüler DAW'ın içinde entegre edilmiş olarak gelir. Projelerinde bol sanal enstruman kullananlar için özellikle çok kullanışlıdır çünkü 32bit DAW'ların yaklaşık 2.5GB RAM sınırlamasından kurtarır. DAW'lar Rewire ile bağlandığında biri Master diğeri Slave olur. Ses kartını Master olan DAW kullanır. Slave olan DAW'ın sesi ise Master DAW'ın kanallarından çıkar. Böylelikle kullanıcıya 2 çarpı  2.5GB  RAM kullanma hakkı doğar.

Nasıl Bağlarım ?


     1.   Pro Tools'u başlat.  Sonra RAM barajına takılmış projeni aç (tabi boş bir proje ile de başlayabilirsin)
     2.   Track menüsünden New.. komutuyla yeni Stereo Aux Input yarat.


     3.   Yeni yarattığın Aux Input'un 1ci insert slot'una Rewire plugini olan Reaper'i çağır. Reaper otomatik olarak başlayacaktır. Başlamazsa Reaper'i şimdi elle başlat.


     4.   Reaper'da Track menüsünden Insert virtual instrument on new track... komutuyla VolkoAlaturkaDrum'ı kanalıyla beraber çağır. Reaper tek stereo çıkış yada çoklu ses çıkışı isteyip istemediğini soracaktır, her iki türlü de çalışıyor. Daha kolay anlayabilmek için şimdilik tek stereo ses çıkışı seçelim.


     5.   Aranjman sayfasındaki kanal başlığından (sol üst köşe) volüm fader'ın altındaki açılır menüden, alttaki şekilde görülen MIDI girişini seç (Rewire Bus 1 / Channel 1).  Aynı zamanda kanalın kırmızı "REC" tuşunun basılı kaldığından emin ol, aksi takdirde kanal gelen veriye cevap vermez, yani ses mes çıkmaz.

 




     6.   Pro Tools'a geri dönüp Track menüsünden New.. komutuyla yeni MIDI Track yarat.


     7.   Yeni yarattığın MIDI Track'in girişi All kalsın. Reaper, Rewire Slave modunda açık olduğundan MIDI çıkış seçeneklerinde (iki kutucuktan alttaki) Rewire'a özel 16 çıkış görünecektir. Reaper'i 1ci kanaldan kabul etmek üzere ayarladığımıza göre, Pro Tools'u da 1ci Rewire kanalına çıkış vermesi için ayarla (MIDI köprü).


     Böylelikle bu MIDI kanalından iletilen tüm veri, canlı çalım yada kayıtlı MIDI veri, Reaper'in içindeki Volko Alaturka Drum'a iletilecektir. Volko Alaturka Drum'ın sesi ise, bu Rewire köprüsü sayesinde, Pro Tools'un Aux Input kanalından çıkıyor olacaktır (Audio köprü).


     En basit haliyle hikaye bundan ibarettir. 7 adımda iş tamam. Yine de dikkat edilmesi gereken birkaç nokta var.
  •      Bu şekilde artık kaydedilecek 2 proje var. Dağılmamak ve daha sonra kolaylıkla bulmak açısından her ikisini de aynı klasörde saklamakta fayda var. Mesela Reaper projesi de evsahibi olan Pro Tools klasörüne kaydedilebilir.

  •      Bu tip bir projeyi hem daha sonra açmak hem de kapamak için belli sıralamayı izlemek gerek yoksa çalışmaz:

Açılış Sırası:  1.  Pro Tools /  2. Pro Tools Projesi   /   3. Reaper  (otomatikman Slave modunda başlayacaktır, değilse elle başlat)  /  4. Reaper Projesi

Kapanış Sırası:  1. Reaper Quit   /   2. Pro Tools Quit (Rewire Slave kapanmadan kapanmayacaktır)


     Rewire'ı bu şekilde kullanmanın avantajının iki katı RAM kullanabilmek olduğunu ifade etmiştim. Bir diğer güzel tarafı da şu ki Reaper'ı bir kere ayarladıktan sonra pek kurcalamaya gerek yok. Tüm işlemler ve kontrol Pro Tools'ta. Reaper ise yardımcı bir ses bankası olarak kenardan sadık şekilde görevini yapıyor. Tek dezavantajı ise MIDI-Audio veri köprü üzerinden geçtiği için biraz gecikme yapmasıdır. Yalnız bu Pro Tools'un zayıflığıdır. Aynı sistem Logic'le çok daha hızlı çalışmaktadır.

     Umarım sana ve daha birçok kullanıcı arkadaşımıza yardımı dokunur.


TÜM KULLANICILARA NOT:   Daha ince miks yapmak isteyenler Volko Alaturka Drum'ın Kick (tekme), Snare (tokat), Hi-Hat (uçan şapka), Tomlar, Ziller ve Perküsyonları ayrı kanallara gönderip ayrı ayrı işleyebilirler. Böylelikle her kullanıcı kendi müziğine uygun hem daha ilginç hem daha profesyonel tınılar elde edebilir. Bunun nasıl yapılacağını şu rehberde tarif edeceğim.


     Bu rehberin işinize yarayıp yaramadığıyla ilgil yorum bildirmeniz beni sevindirir. Eksik bulduğunuz bir şeyler kaldıysa da seve seve eklerim.


3 Nisan 2013 Çarşamba

Kaliteli Müzik (SR/CVP: Buket Taştan)

SORU:




Size göre müzikte kalite nedir, neleri barındırır içinde ?



CEVAP:


      Buket'çim bu soru hem beni çok memnun etti hem de biraz ders çalışmaya itti. Şöyle ki ben sözcükleri sözlük anlamlarıyla kullanmaya özen gösteririm, kendime göre yorumlamaya kalkmam. Hatta sözcükleri bilmeden kullanmayı ve yorumlamayı çok tehlikeli bulurum. Bu yüzden demin yine sözlüğe baktım. "Kalite" için "nitelik" diyor. Rakkamlarla ölçülüp ifade edilemeyen özellikler diyor. Bir ürünü diğerlerinden ayıran, ve bilinen en iyi özellikleri bünyesinde barındıran anlamında kullanılıyor.

      Özetle ve günlük kullanımda, iyi derken - kaliteli'yi, kötü derken - kalitesiz'i kastediyoruz dersem yanlış olmaz.

      Müziği, özellikle şarkıları oluşturan, dikkat edebileceğimiz önemli ögeleri şöyle sıralayabilirim:
  • sözler,
  • melodi, 
  • ritim, 
  • armoni, 
  • enstrumantasyon ve performanslar 
  • ve bunların hepsini makyajlı ve albenili hale getirebilen ses mühendisliği. 


      Şimdi bu saydığım ögelere "kalite"nin veya "nitelik"in sözlük tarifi penceresinden bakarsak, öncelikle bir müzik parçası kendisini diğer müzik parçalarından ayıran özelliklere sahip olması gerekiyor. Eğer kendine has özelliklere sahip değilse öyle bir müziğe "çalıntı" yada "taklit" diyoruz. Eğer kendine has özelliklere sahip ise bu durumda bu özelliklerin bilinen en iyi özellikler olması gerekiyor. Biraz açayım:


      Sözler, olayları, duygu ve düşünceleri, ruh hallerini en iyi şekilde tarif etmesi gerekirken melodiyle bütünleşip ritme oturmaları gerekiyor.

      Melodi'nin benzersiz, sözlerin duygusuyla bütünleşen, ritme oturan ve sürükleyici olması gerekiyor.


      Ritim çoğu zaman standart kalıp (pattern) yada ölçülerde (4/4, 3/4, 6/8, 9/8 gibi) kullanılsa da, bazı parçalar ritimlerindeki sıradışı kalıp ve ilginç formatlarıyla diğerlerinden ayrılabilirler. Örneğin:


      Pek bayıldığım bu parçanın açılış ve 1ci kıtası 7/4 ölçüde giderken nakaratı 2/4'e geçiyor sonra 2ci kıta için yine 7/4 oluyor vs. vs. Özellikle sonuna doğru piyano solo altında çaldıkları 7/4 çeşitlemeler harika.

      Armoni (ingilizce harmony) ki aynı zamanda uyum ve ahenk demek, müzikte uyumlu çoksesliliği ve akor dizilerini ifade ediyor. Bir müzik parçası basmakalıp, popüler reçete akorlar (marş armoni, la-sol-fa-mi) üzerine kurulmuş olabileceği gibi, kendine has, benzersiz, can alıcı akor dizisi içerebilir. Örneğin:




      Stevie Wonder'ın sadece 2-3 akordan oluşan çok başarılı parçaları da vardır, bunun gibi sürprizlerle dolu akorları içeren parçaları da. Overjoyed armoni açısından öyle zengin ki, tek piyano ve şakıcıyla insanın ayaklarını yerden kesiyor.

      Enstrumantasyon ve Performanslar  Burada müziği icra eden müzisyenleri ve kendi enstrumanlarına olan hakimiyetlerini, ustalıklarını kastediyorum. Çokça duymuşumdur "kötü şarkı yoktur, kötü şarkıcı vardır" sözünü. Veya bunu "kötü müzik yoktur, kötü icracılar vardır" olarak uygulayabiliriz. Çok kaliteli bir müzik/şarkı yazmak yetmez, kaliteli icra edilmesi gerekir. Çoğumuz çok sevdiğimiz bir şarkıdan bizi soğutacak kadar kötü bir yorumuna/icrasına denk gelmişizdir.

      Ses Mühendisliği Özel salonlarda tamamen akustik icra edilen klasik ve senfonik müzik dışında, ister canlı ister kayıtlı bir müziği dinliyor olalım, seslerin kulağımıza ulaşmasında ses mühendisliğinin önemli rolü vardır. Orta çaplı bir barda 4-5 kişilik bir grubu dinlerken de, 40-50bin kişinin katıldığı açıkhava konserinde de bu geçerlidir. Hele kayıtlı müzik dinliyorsak, artık günümüzde nasıl kaydedildiği ve nasıl mikslendiği çok büyük önem taşımaktadır.
     Ülkemizde bu konuda henüz yaygın bir farkındalık yoksa da, her geçen gün önemi ve gerekliliği daha iyi anlaşılıyor. Başarılarını riske atmak istemeyen besteci/şarkıcı/grup'lar müziklerini bulabilecekleri en usta mühendislere teslim etmeyi seçiyorlar. Zira çok sevip beğenebileceğimiz bir müzik, kötü mühendislikten dolayı silik kalıp dikkatimizden kaçabilir, daha da ötesi dinleme keyfimizi kaçırabilir.

      Sevgili dostum Deniz Güngör bana bir gün şu anlama gelen bir cümle söylemişti: "kaliteli ve başarılı bir eser için tüm ögelerin en iyi olması gerekmez, ama ögelerden en az bir tanesinin en iyi olması şart.". 


      Katılıyorum, bir müziğe iyi veya kaliteli dememiz için yukarıda saydığım tüm ögelerin en en iyi olması gerekmiyor. Örneğin kimisinin söz ve melodisi çok kalitelidir, diğer ögeleri ortalamadır, kimisinin ise söz ve melodisi ortalamadır ama armoniyle, icrayla ve olağanüstü bir mühendislikle çok kaliteli bir hal alabilir. Veya tüm ögeleri üst seviyelerde zengin olan, sıradışılık ve sürprizlerle dolu müziklerle karşılaşabiliriz:



      ki böylesi müzikler birçok sıradan dinleyicinin algısını fazla zorlayıp dikkatinin dağılmasına sebep olabilir. Bu güzel soru için teşekkürler.


28 Mart 2013 Perşembe

Ses İşçiliği Yaptırırken Nelere Dikkat Etmeli?


      Görsel bir proje yapmaya niyetlendiyseniz, bu ister amatör kısa film, ister sinema, ister basit bir görselli sunum, ister okul ödevi olsun, projenizde bir çeşit sese ihtiyacınız olacak. Ses, sözlü bir şarkı, enstrumantal bir müzik, tek bir klarinet veya gitar, sadece sunucunun konuşması veya bunların kombinasyonu olabilir. Çoğu görselli projede sese yeterince önem verilmediğine rastlıyorum. Şunu hatırlatmak isterim:

      Hedef kitlenizin görüntülü bir mesajı kaçırmak için sadece başlarını ekrandan hafifçe çevirmeleri yeterlidir. Oysa sesi arkaları dönükken de, hatta yan odadan bile duyabilirler. Ses doğru işlendiyse mesajı alırlar. Yanlış işlendiyse mesajınızın üstünü bulutlar kaplar. Sese gereken önemi verirseniz mesajınız daha çok kişiye daha çok durumda ulaşır.

      Sesle fazla haşır neşir olmadıysanız, projelerinize ses eklemenin sadece sesi kaydetmekten ibaret olduğunu sanabilirsiniz. İşin içyüzü uzun zamandır öyle değil. İyi bir ses ürünü, "The Beatles"ların ilk hitleri zamanındaki gibi, sadece kayıttan ibaret değildir. Günümüzde "kayıt", final ürünün elde edilmesi yolunda bir dizi aşamadan sadece bir tanesidir. Bu aşamalar hangileridir, kayıt bunların neresindedir?

      İsrafsız şekilde en iyi sonuçları alabilmeniz ve olası hataları doğru tespit edebilmeniz için zincirin aşağıda saydığım halkalarını bilmeniz gerekir:

  •  Performans ve İşe Uygunluğu

      Bu ara pek meşhur TV dizilerinde, belli bir rol için doğru oyuncuyu seçmek nasıl önemliyse, konuşması, şarkı söylemesi veya enstruman çalması için doğru icracıyı seçmek önemlidir. Bu ilk adımdaki olası yanlış bir seçim tüm diğer aşamalara yansıyacaktır.

  • Odanın Sese Etkisi

      Stüdyo sadece kayıt yapmaya yarayan ekipmanlar toplamı değildir. İstenmeyen sesleri (gürültüyü) geçirmeyen, istenen sesleri ise dengeli ve güzel tınlatan oda/lara sahip olması gereken bir yerdir. Önce stüdyonun performans odasının dış gürültüyü içeri almadığına dikkat ediniz, sonra da kaydetmek istediğiniz sesin odada anlaşılır ve net tınlayıp tınlamadığına kulak veriniz.


  • Kayıt ve Kalitesi

      Teknik ekipmanla doğru orantılıdır. Sırasıyla mikrofon, pre-amfi, dönüştürücü ve kayıt yazılımı ne kadar kaliteliyse, kayıt o kadar kaliteli olur. Kalitesiz ekipman zinciriyle odada akustik olarak memnun olduğunuz ses, kaydolma yolunda geri gelmemek üzere canından çok şey kaybedebilir.

Kaliteli kayıt örneği burada yer alacak

Kalitesiz kayıt örneği burada yer alacak

  • Edit ve Kalitesi

      Bu aşamayı vidyo yaparken rastlanan montaj veya kurgu aşamasına benzetebiliriz. En iyi ve işe en uygun performansları seçip birleştirmek ve hataları düzeltmek gibi işçilikleri içerir. Doğru ellerde, vasat bir performansı dikkat çekici bir hale getirebilir. Günümüz teknolojisiyle bir performansı şaşkınlık verecek derecede iyileştirilmek mümkün. Tecrübesiz ellerde ise iyi bir performans, rahatsız edici hale bile gelebilir.

  • Miks ve Kalitesi

      Ses miks'ini, görüntü işlerken renk ayrımı ve tonlama yaparak, çeşitli filtreler uygulayarak resmi daha net, daha canlı ve albenili hale getirmeye benzetebiliriz. Bu aşamada sesler makyajlanır ve birbiriyle dengelenir. Aynı anda süren birkaç sesin arasında savaş varsa buna son verilebilir, sesler en anlaşılır, en albenili ve işe en uygun hallerine getirilebilir.  Veya tecrübesiz ellerde bunların tersi de meydana gelebilir: sesler iyileşeceğine, kötüleşebilir.
      Yukarıda miks'i görüntü işçiliğine benzettiysem de önemle vurgulamak mecburiyetindeyim ki görüntü işleme ile ses işleme birbirinden tamamen farklı şeylerdir. Birini ustalıkla yapabilen ötekini de ustalıkla yapacağı anlamına gelmez. Biri ötekinden üstün de değildir, eşit derecede önemlidirler. "Koskoca görüntüleri işleyen adam, oldu olacak birkaç kanal sesi de hallediverir" diye düşünmek büyük yanılgıdır. Birçok kimseler bu yanılgıya düşse de siz düşmeyin!
      Artı olarak, görüntüyü işlemeye yarayan yazılımlara sesi işlemek için de bazı araç gereçleri koysalar da, bunlar sesi işlemek için özel yazılmış yazılımlardaki gibi sonuç vermez.

İyi miks örneği burada yer alacak
Kötü miks örneği burada yer alacak

  • Mastering
      Bu aşamada ses, özetle, yayınlama referansına getirilir. Toplamı oluşturan tek tek seslere değil de, miks aşamasında elde edilen toplam sese, yani mikse müdahale edilebilir. Mastering'de miksin genel rengi, dinamikleri, gürlüğü ve stereo imajı değiştirilerek sonuç daha da iyileştirilebilir veya.... tahmin edersiniz uygunsuz yapılırsa kötüleştirilebilir.

Miksi iyileştiren Mastering örneği
Miksi kötüleştiren Mastering örneği

      İyi seçimler, kayıtlar, editler, miksler ve masteringler dilerim.

25 Mart 2013 Pazartesi

Gitarcı Sohbetleri 3 blm1/2 (SR/CVP: Onur Akbulut)

SORU:




Merhaba Cengiz abi sana yine sorularımla geldim Öncelikle şunu sormak istiyorum elektro gitarda pentatonik gamları gezerken Eric Clapton gibi yüzük parmağı ve işaret parmağımızı kullanmamızımı tavsiye edersin yoksa serçe parmağımı? yani bunu şu yüzden soruyorum herhangi bir çalım teknik hatası oluştururmu ilerde? Bi de ben uzun zamandır Yavuz Çetin hayranıyım dünya çapında bi gitaristti mekanı cennet olsun onun tonlarını nasıl elde ederim elimde Boss Me25 model bi processor var. son sorum da şu, bir efekt aleti kullanırken tellerin markasının modelinin kalınlığının bir önemi kalmadığını düşünüyorum yanılıyormuyum? Çünkü bağlamayı bile taksak cihaza aynı sesi alıyoruz.

CEVAP:



      Onur'cum çok güzel sorular soruyorsun bana. 3 soru sormuşsun. 2ci ve 3cü sordukların birbiriyle ilintili konulardır o yüzden ikisini birlikte ayrı bir makale olarak cevaplayacağım:

      Öncelikle henüz bilmeyen arkadaşlarımız için parmakların nota ve tab yazımında kullanılan kısa isimlerini tanımlayayım:

  • işaret parmağı   = 1
  • orta parmak      = 2
  • yüzük parmağı = 3
  • serçe parmak    = 4
      Sonra hatırlatayım ki gam ve armoni bilgisinde yanyana iki perdedeki sesler arasındaki mesafeyi "yarım ses" adlandırıyoruz. Örneğin 4cü telde 2ci perde E (mi) ile 3cü perde F (fa) arasındaki mesafe "yarım ses aralık"tir. Şimdi gamımızın 5ci pozisyondaki Am pentatonik olduğunu varsayalım. Yandaki şekilde görüleceği gibi,  6ci tel A (la) ve C (do) sesleri, sonra 2ci tel E (mi) ve G (sol) sesleri ve 1ci tel A (la) ve C (do) sesleri arasında "bir buçuk ses aralık" var.

      Aynı telde "bir buçuk ses aralık" mesafedeki sesleri 1 ve 4 ile basmak yerine, Eric Clapton gibi 1 ve 3 ile basmak daha mı iyi, teknik olarak daha mı doğru diye soruyorsun. Klasik gitar öğretileri bir buçuk aralıkları 1 ve 4 ile basmayı öğretir. Ben klasik gitardan yetişme olduğum için 1 ve 4 ile basmayı benimsedim. Daha sonra fark ettim ki çoğu rock gitarcısı bu durumda 1 ve 3 kullanıyor.

      İkinci elektro gitarımı almak için Belgrad'a gittiğimde Zoran isminde usta bir gitarcı abim de bana 4ün yerine mümkün mertebe 3ü kullanmamı öğütlemişti. 3ün 4ten anatomik olarak daha güçlü olduğunu, daha kararlı ses çıkartacağını, daha süratli çalınabileceğini söylemişti. Ayrıca her müzik tarzının kendine has  tavırda çalınması gerektiğini, bir tarzdaki kuralların bir başka tarzda işe yaramayabileceğini eklemişti. Klasik gitarı çok güzel çaldığımı ama rock çalacaksam gitara biraz daha kızmam gerektiğini demeden de geçmemişti.

      Sonra 2007'de Yngwie Malmsteen ile tanıştım. Yakından gördüm ki o da mümkün mertebe 4 yerine 3 kullanıyor. Özellikle pentatonik ve blues gamlarını çalarken hep 3. Yngwie'yi önümde çalarken görmek bana gitar çalışmam için çok ilham verdi. O tarihten sonra tekniğime 4 yerine 3ü daha fazla entegre etmeye başladım. Gerçi öyle de yapsam böyle de yapsam hala Yngwie kadar süratli ve kızgın çalamıyorum :) Kendisi de ömrü boyunca Ritchie Blackmore gibi çalmaya uğraştığını ama hala beceremediğini söyler. Öte yandan bilinmesini isterim ki sevgili Yavuz Çetin 4ü kullanmaktan hiç çekinmezdi. Pentatonik ve blues gamlarını çalarken bir buçuk'luk aralıkları 1 ve 4 ile basardı.

      Şuna karar verdim: bu bir alışkanlık meselesidir. Her insanın eli benzer olsa da tam aynı değil. Bence bir gitarcı tekniğini geliştirirken en az hareket ekonomisiyle en kararlı ve en temiz ton çıkarmayı, ve en akıcı çalışı hedeflemelidir. Teknik, enstrumana hükmetmeye ve duyguyu enstruman aracılığıyla ifade etmeye yarar. Sesler karambolsüz net, kararlı ve hoş çıktıktan sonra hangi parmakla basıldığı beni hiç ilgilendirmez :-D  Unutmayalım ki Django Reinhardt 'ın sol eli sakattı ve o baş döndürücü jazz sololarını sadece 1 ve 2'yi kullanarak tarihe yazdı.

17 Mart 2013 Pazar

Kompresör (SR/CVP: Doğan Zencirci)

SORU:



     Hocam iyi günler ... yönelttiğiniz adrese sorumu veriyorum ... İlginiz gerçekten çok am çok hoş .. var olun ... :)
 
Hocam şimdi .. kompresörün çalışma prensibini az çok öğrendim ... Benim kafama takılan büyük bir sorum var ... Normal ... outboard kompresör ile ... yani somut bir kompresör ile iyi bir plug in kompresörün farkı var mı ? müzikte anlaşılır derecede fark ettirir mi ?
Hocam gerçekten şimdiden cevabınız için çok ama çok teşekkür ediyorum .....



CEVAP:






LA-2A

      Doğan'cım ben de güzel sözlerin ve alakan için teşekkür ediyorum. Ses kayıt ve miks'inde kullanılan birçok aletin içinde en can alıcı, öğrenilmesi ve ustalaşması en zor olan, yanlış kullanımı en büyük zararlara yol açan, doğru kullanımı ise en profesyonel sonuçları veren alet kompresör'le ilgili soru sormuşsun. Bu konudaki merakın hoşuma gitti.
SSL Bus Compressor

      Kompresörler ve kullanımlarıyla ilgili anlatılacak, konuşulacak o kadar çok şey var ki. Çoğul eki kullandım çünkü, ince duyan bir kulak için, her kompresör modeli çok farklı tınlar ve sese başka bir etki yapar. Meşhur modeller arasından LA-2A, 1176, SSL BusCompressor, Fairchild gibilerini sayarsak, bunların her biri aynı sese farklı karakter verecektir. Ayrıca en başarılı sonuçlarını da çok farklı görevlerde vereceklerdir. Daha da öteye gidersek farklı modeller şöyle dursun, Gramy ödüllü mühendislerden Chris Lord Alge, rack'inde bulunan bir düzine 1176'sının her birinin dahi farklı tınladığını söyler.

      Ses kayıt ve miks işinde yeni olanlar için ise bu farkları duymak hiç te kolay değildir. Hatırlatayım ki sıradan bir müzik dinleyicisi değil kompresör farklarını duymak, bir  müzikte hangi enstrumanların çaldığını dahi ayırt etmekte güçlük çeker.


1176
      Gerçek fiziksel kompresör ile sanal plugin kompresör arasındaki farka gelince.... Farklı modellerden söz ediyorsak haliyle farklı tınlayacaklardır. Ama bu isabetli bir karşılaştırma olmaz. Belli bir modeli onun çok iyi yapılmış bir plugin versiyonuyla karşılaştırdığımızı varsayalım. Biri gerçek elektronik devre, diğeri ondan elde edilmiş bir simulasyon. Teorik olarak aynı şey olmasalar da, pratikte fark çok cüzidir.  Universal Audio ve Waves gibi firmalar çok başarılı simulasyonlar yapıyorlar. Böyle iyi yapılmış simulasyonlarla gerçekleri arasındaki farkı, çok sivri kulakları olanlar iyice odaklanarak dinlediklerinde belki küçücük bir fark olarak duyarlar. Nasıl ki 16bit wave ile 320kbps mp3 arasındaki farkı çıplak kulakla duymak zorsa, bu da öyle. Yine de şunu belirtmekte fayda var, fiziksel ve sanal aletlerin arasında farkın en çok anlaşılacağı alet kompresör'dür.


Chris Lord Alge
      Tabi, her simülasyon aynı değil. Kimisi daha başarılı kimisi o kadar da değil. Konuyu şöyle özetleyerek bitireyim:

      1. Farkları duyabilmek için önce antremanlı bir kulağa sahip olmak gerekir
      2. Farkların duyulacağı çok üst düzey sisteme sahip olmak gerekir
      3. Asıl nasıl kullanıldığı çok farkettirir, ustaca kullanmayı gerektirir

      Yukarıdaki koşullar ve bütçe varsa iyi bir yada birkaç fiziksel model almanı önerebilirim. Eğer bütçe darsa ve dünya çapında üst seviyede işlerle rekabet derdin yoksa, iyisinden plugin almanı öneririm.